Kendini parlatmak için yanındakini harcamak
Bulaşıkları mı yerleştiriyor, “Ay ama bunlar ıslak, silmek lâzım” diye atlıyorsun.
Yemek mi yaptı “Biraz yavan olmuş” diye ağzını büküyorsun.
Evi mi süpürüp sildi, lafın hazır. “Yatağın altını bırakmışsın. Islak ıslak üstünde gezmişsin, yerlerde hep iz kalmış.”
Bulaşıkları elde mi yıkıyor, kâselerle bardaklara bakıp yüzünü ekşitiyorsun. “Bu yağlı kalmış.”
Çok film seyrediyor, hepsi de aksiyon. Oysa sen ne kadar çok okuyorsun!
Konuşurken zırvalıyor. Sense hiç boş konuşmuyorsun!
Çok az arkadaşı var. Halbuki senin çevren nasıl da geniş!
İşyerinde geçimsiz, iş arkadaşlarıyla arasında er geç bir sorun çıkıyor. O kadar uyarıyorsun, ama iletişim ustası senden hiç feyz almıyor!
İki yılda bir iş değiştiriyor. Senin gibi istikrarlı olsa keşke!
Şifrelerini unutup duruyor. Kaç kere bir kenara yaz dedin, sakalın yok ki seni dinlesin!
Annesiyle babasını çok az arıyor, kardeşleriyle hiç konuşmuyor. Ama sen, şahane evlat, düzenli olarak kendi ailenle nasıl da harika ilişkiler içindesin!
Markette çalışanlarla, pazarda esnafla, apartmanda yöneticiyle, merdivende karşılaştığı komşuyla, kafede restoranda garsonla, otoparkçıyla ne biçim konuşuyor. İnsanlarla ne biçim iletişim kuruyor. Hiç nazik değil. Ya da tam tersi çok kaba. Yahut aşırı samimi. Uyarıyorsun, ama duvara konuşuyorsun. Seni nezaket abidesi seni, seni görmüş geçirmiş seni, bir dinlese seni!
Kim bilir kaç çift, eleştiri yüzünden sürekli münakaşa ediyor. Kim bilir kaç çiftin ilişkisi sırf bu yüzden bozuluyor. Eleştirilen bir türlü beğenilmemekten, onaylanmamaktan yoruluyor. Eleştiren ise ya onun yorgunluğunun farkına varmıyor ya da farkına varıyor ama umurunda olmuyor. Neticede araları açılıyor, açılıyor, açılıyor.
Eleştirinin bu biçiminde değişik bir hal var. Tenkit eden, kusur bulmakla kalmıyor. Kusur bulduğunun yanına doğru örnek olarak kendini koyuyor. Onunla konuşurken ya da bir başkasına onun hatalarından, yanlış olduğunu düşündüğü davranışlarından, sözlerinden bahsederken kendini de mutlak surette olumlu bir pozisyona yerleştiriyor.
Buna kısaca “kendini parlatmak” diyebiliriz. “Kendini parlatmak için yanındakini harcamak” şeklinde bir tanım yapsak yanlış olmaz herhalde.
Acaba insan neden kendini parlatmaya ihtiyaç duyuyor?
Naçizane, iki sebebi olabileceğini düşünüyorum.
İlk olarak, kendini yetersiz bulanın, yetersizliğini kapatmak için, en yakınındakinin eksiklerini, yanlışlarını ortaya koymayı bir yol olarak seçtiğini sanıyorum. Bilinçsizce ya da gayet bilinçli olarak. İkinci ihtimalin, onay eksikliği olduğunu zannediyorum.
Peki insanın yetersizlik duygusu, onay eksikliği nereden geliyor?
Galiba epeyce geriye gitmek gerekiyor kaynağını anlamak için. Çocukluk yıllarına, anneyle-babayla ilişkilere, onlardan en çok duyulan ve doğru kabul edilen sözlere bakmak icap ediyor. Çünkü onayına ihtiyaç duyulan ve insana yeterli ya da yetersiz hissettiren ilk kişiler onlar.
Bir ihtimal daha var. Kişinin yeteneklerinin, çok uzun süre hiç kimse tarafından görülmemesi ve takdir edilmemesi. Bu durumda da insanın kendini ortaya koyma yolu olarak eleştiriyi seçtiğine inanıyorum.
Hep eleştiriyorsak yanımızdakini, yanına da kendimizi doğru örnek olarak koymaktan vazgeçemiyorsak, söylenmeye biraz ara verip aynaya bakabiliriz.
YORUMLAR