Semt pazarı
Mevsim itibariyle bu küçük şehrin semt pazarları tıklım tıklım...
İki yıl önce, buraya yeni taşındığımda pazarın yerini sormuştum komşulara. “Aman erken git çok kalabalık olur perşembeleri. Pazartesi daha tenha olur, olmazsa o zaman git” diye uyarmışlardı beni. Yine tembellik edip öğlen vakti gidince “bu mu ayol kalabalık” diye gülmüştüm kendi kendime. Kadıköy’de malum, Salı ve Cumaları kurulan pazarda adım atacak yer bulamazdık.
Tekirdağ’ın pazarının kalabalığını da gördüm sonunda. Kışa hazırlık kalabalığı resmen! Tazecik otlar, bahçeden sebzeler, hemen şu yandaki köyden mis gibi meyveler satılıyor. Bu zamanlarda da kilosu 1 liraya satılan envai çeşit turşuluk, salçalık, dondurup buzluğa atmalık ne varsa tekerlekli pazar çantalarına doldurmak için pazarı dolduruyor insanlar. Karı-koca, çoluk çocuk ellerinde poşetler, sakin sakin dolaşıyorlar…
Öyle her yerde bulamayacağınız şeylere de rastlayabiliyoruz pazarda. Bu mevsimde bulunabilecek “güvem” dedikleri bir meyve var mesela. Bilinen adıyla Yaban Eriği veya Çakal Eriği. Kızılcık da hepimizin bildiği ama hep mahrum kaldığı bir şirin meyve. Bu yıl pek olmasa da genelde tezgahlarda bolca bulunuyor. Bir keresinde taze kuşburnu satana bile rastlamıştım! Civar köylerden topladıkları mis kokulu taze Adaçayı, Kantaron, Kekik, Civanperçemi demetleri de cabası… İstanbul’da gördüğümden farklı olarak bir de taze süt, köy yumurtası gibi hayvansal ürünleri buldum pazarda. Köylerde yapılan tarhanalar, erişteler, “ekşimik”ler (ki bizde, Karadeniz’de minci derler, bildiğiniz lor peyniri) de oluyor bu tezgahlarda. Ganos dağları’nda üretilen Ganos balı ve poleni de var.
Burada şehirde yaşayan insanların büyük çoğunluğu köyüyle bağlantısını koparmamış yerliler. Dolayısıyla meyvenin, sebzenin iyisinden anlıyorlar. Hangi köyün elması güzel, nerenin sütü peyniri daha iyi oluyor biliyorlar. Pazarın standartlarını da yükseltiyor tabi bu durum. Şöyle işbilir bir köylü teyzeyi bir tezgahtan beş kilo domates alırken görürseniz o domateslere güvenebilirsiniz demektir!
Öyle avazı çıktığı kadar bağırarak satış yapan tezgahtarlar yerine oturmuş sigarasını tüttüren, sohbet eden şirin amcalar-teyzeler oluyor tezgahlarda. Kimsenin acelesi olmadığı için aldığınız pancarları kaç farklı şekilde pişirebileceğinizi, saklayabileceğinizi filan rahat rahat konuşabiliyorsunuz satıcılarla.
En güzeli de, pazarlarda mevsimi takip edebiliyorsunuz. Öyle havaların ısınıp soğumasından farklı alametleri izlemekten bahsediyorum. Toprağın, mevsimin, güneşin ne âlemde olduğunu kestirebiliyorsunuz rahatça. İstanbul’da büyürken çoğu meyvenin veya sebzenin hangi mevsimde yetiştiğini bilmediğimi fark ediyorum utanarak! Ve de sevinerek, bunları takip edebiliyor olmanın insana ne çok şey kattığını fark ediyorum. Doğadan bağımsız yaşayabilmemiz mümkün değil. Ne kadar ağaca, yeşile uzak olsak da o bizi etkilemeye devam ediyor ve edecek. Mevsiminde ve doğal olarak yetişen, yaşadığı bölgenin topraklarında yetişmiş taze besinlerle beslenmenin bir yılda bile insanı ziyadesiyle değiştirebileceğini, çok daha sağlıklı olmasını sağlayacağını garanti edebilirim, pek çok bilim insanı da bunu söylüyor zaten.
Mümkünse her hafta, olmadı bari şu mevsim geçişlerinde bir pazar ziyaretini şiddetle tavsiye ediyorum. Yaşadığınız yerle ve mevsimle bağlantı kurmanın en güzel yollarını keşfedeceksiniz!
YORUMLAR