Yılların ardından
Eskilerin lafıdır, gençleri flört ederken görmeye dayanamaz aileler, “adını koyalım şu işin” derler. Adını koymadan olmuyor mu?
**
Pansiyon işletmekle birlikte bitki yetiştirme aşkımız da başlamıştı biliyorsunuz. Kendimizi alamadık bitkilerden, ağaçlardan… Bir bahçe kurmak fikri düştü gönlümüze. Anlasa anlasa Hayrettin Karaca anlar halimizden dedik, 90’lı yıllarda tanışmak için İstanbul’daki bir toplantıya katıldık. Anlattık halimizi, dinledi dinledi, “Madem Akdeniz ikliminde yaşıyorsunuz, o iklimin bitkilerini toplayın bari” dedi ve ekledi: “Başlayın bakalım çocuklar, 15 yıl sonra kendinizi nerede bulacağınızı bilemezsiniz.” Flora’nın adının devamındaki ‘Akdeniz Bahçesi’ kısmı, Hayrettin Karaca’nın işte o tavsiyesinden aldığımız ilhamla geldi.
Yıllar boyunca botanik bahçesi hayali kurduk, tohumlar topladık her yerden, bitkiler yetiştirdik. 2000’li yılların başında botanik bahçeleri birliği toplantısına katıldık, dünyanın ve Türkiye’nin değerli botanikçileriyle konuştuk, bize en yakındaki üniversiteyle işbirliği yapmamızı tavsiye ettiler haliyle. Biz de bir heyecan gittik Akdeniz Üniversitesi’ne, hocalara heyecanla anlattık kendimizi ve ne yapmak istediğimizi. Dinlediler dinlediler, “aaa ne güzel” dediler. Davet ettik onları, öğrencileri, ne gelen oldu ne giden. Sonra gazeteden öğrendik ki üniversitede botanik bahçesi kurmak için harekete geçmişler.
Pansiyon zamanı kendi evimizin ve bahçemizin hayalini kurarken düşüncelerimizi paylaştığımız bir arkadaşımız “a aaa sizin bu düşüncelerinize benzeyen ‘permakültür’ diye bir şey varmış” dedi. Sonrasında ODTÜ Doğa Topluluğu’ndan arkadaşlarla konuşurken permakültürden söz açılınca onlar da bize bununla ilgili bir kitap olduğunu söylediler ve şehre dönünce bize kitabın fotokopisini yolladılar. Meğer benzer şeylere kafa yorarmışız. Aklın da kalbin de yolu birmiş.
On yıl önce bugün Çıralı’dan bu bahçeye taşındık. Saksıların, torbaların içindeki bitkileri elimizden geldiğince toprağa diktik, hala dikilmeyi bekleyenler var, bir o kadar da çoğaltılabilecek olanlar. Burasının toprağı biraz sert, Çıralı gibi değil, Çıralı’da kumluk bir yapı vardı ve kazıp işlemesi kolaydı, bitki de kolayca büyüyüp serpilirdi. Bazı bitkiler on yıl sonra ancak kendine geldi, yerini sevdi ve sadece yaşamaktan büyümeye geçiş yaptı.
90’lı yıllarda Karaca Arboretum’dan topladığımız süs elması tohumundan büyüyen ağacımız
Burada yaşamaya başladıktan bir zaman sonra fark ettik ki biz nasılsa bu iklimin flora ve faunasına yaşam alanı oluşturuyoruz, onlarla birlikte yaşıyoruz, adımız botanik bahçesi olsa ne olur, olmasa ne olur, nasılsa gelen konuklar onların güzelliğini görsün istiyoruz, adını koymanın önemi bir yere kadar… Botanik bahçesi olmaktan vazgeçtik. ‘Permakültür Çiftliği’ de demedik kendimize ilkelerini benimsemiş olsak da. Hem Fukuoka’yı da seviyoruz ki biz, ruhuna dolunayda Fatiha okumuşluğumuz bile var.
Pansiyon günleri geride kaldı, ne yapsak diye düşünürken Selahattin’in aklına değişik şeyler gelmeye başladı. “Öyle fiyat gibi bir şey olmasa, gelip kalanlar gönlünden geçeni verseler, bu para da olur, yeri gelir iki kalıp peynir de, herkes gelip kalabilsin, ihtiyaçlarımızı karşılayacak kadar para yeter nasılsa” dedi. Bu fikri hayata geçirdik ve öyle de oldu. Sonra yayınlanmasına aracılık ettiğimiz Kutsal Ekonomi kitabından öğrendik ki böyle uygulamalar da varmış meğer dünyada. Kutsal Ekonomi parayı armağan olarak kullanmak, parayı güzel işlere aracı kılmak ve böylelikle ona eski kutsal anlamını yeniden aşılamak üzerine kurulu. Tanıştığımız andan beri bu kavramı benimsedik, burası Kutsal Ekonomi ilkesiyle yaşayan bir yer, gelen konuklarımız ayrılırlarken armağan çanağımıza gönüllerinden geçen miktarda parayı armağan olarak koyuyorlar.
İstanbul’dan ayrılalı 25, bu diyarlara göçeli 24 yıl oldu. Adını koyduklarımız ve koymadıklarımızla bugüne geldik. Bu bahçedeki on yılın ardından ise geldiğimiz noktada yeni bir evreye geçiş yapıyoruz artık.
Bizi izlemeye devam edin!
YORUMLAR