Üçüncü Mevkii’nin vedası
Beyoğlu’nda bir mekan. Adı Üçüncü Mevkii. Ara sokaklardan birinde, nev-i şahsına münhasır, kredi kartı geçmeyen, minicik bir ev yemekleri lokantası. Hani şu kapısından içeri girdiğinde zamanın, mekanın kendine has bir anlama büründüğü yerler vardır ya, onlardan biri işte. Cebindeki parayı hep hesap ederek gezip tozan, yiyen içen, okuyan izleyen biz gibi gençlerin takıldığı bir yer. Belki en çok bu yüzden, biraz da eski masaları, dekoru, sobalı, bulaşık makinesi olmayan, dolabında ev nüfusu kadar tabak çanak barındıran bir evin sofrasına gelen gibi sade çatal/bıçak/tabak yüzünden, ben kendimi her seferinde bir Vedat Türkali romanında gibi hissediyorum.
Hayatımda uzun yıllar elini güvenle ve sevgiyle tuttuğum bir insan var o seneler. Eş dost arkadaş, haftasonları Beyoğlu bizim evimiz gibi. Sabah erkenden İstiklal Caddesi’nin bir ucundan giriyoruz, bütün gün sinema, kitapçılar, kafeler, tiyatrolar, lokantalar, konserler, meyhaneler, akşamın bir saati öbür ucundan çıkıyoruz. Yememiz, içmemiz, sanatımız, sevdamız hepsi orada.
Cebimizdeki parayı kitaba, sinemaya, tiyatroya yatırıp da yemeye az kalınca en şahane seçeneklerden biri olurdu Üçüncü Mevkii. Çünkü tam öğrenci işi, ucuza, çok lezzetli ve bazılarını sadece orada yiyebileceğin yemeklerle karnını güzelce doyurabilirdin. Bu mantıkla açılmış ve işletilen bir mekandı orası. Çalışanlar bizler gibi genç, güler yüzlü, dinamik, pırıl pırıl insanlar. Girip de masana kurulduğunda o günün yemek listesini verirler önüne. Bitmiş olan varsa üzeri karalanmış. Bir de kağıt, kalem… Ne istiyorsan yazacaksın çünkü. Yemekler aşağı kattaki mutfaktan yukarı bir raf asansörü ile gelir. Bakarsın, senin istediklerinse alır koyarsın masana. Zaten üç beş masa. Bir gün olsun, başka masalarla o senin, bu senin tartışmasına şahit olmadım. Zaten ara sokaklarda, müdavimleri olan bir mekan; bir süre sonra herkes birbirinin yüzüne aşina.
Bir sinema ya da tiyatro çıkışı ya da öncesinde, hele de mevsimlerden kışsa, aç karınları doyurmak ve biraz da ısınmak için koştur koştur giderdik. Ben yemek işini genelde seyir sonrasına bırakma taraftarı olduğumdan genellikle sona kalırdı bu fasıl. Kafan filme ya da oyuna takılmış, bir oyuncu ya da bir sahnede kalmışsın, çorbaları kaşıklarken sohbetini ediyorsun. Hayatın en sıradan ama en doyumsuz birkaç anından biridir bu benim için. Yan masanda seninle aynı filmden ya da oyundan çıkmış birilerine denk gelmen de çok olası.
Velhasıl soğuk bir kış günü ısınmak için sevdiğinin elini tutmak gibi bir mekandı Üçüncü Mevkii. Hislerdir bence sevdiğimiz herşeyi tanımlayan. Üçüncü Mevkii’nin hissi de buydu işte. İstanbul’da sevdiğim şeyler için artık hep di-li geçmiş zaman kullanıyor olmaktan nefret ediyorum. Bunca çirkinliğin, talanın, kan kaybının içinde yaşamaya devam edemiyorlar ne yazık ki.
Bizim neslin Beyoğlu müdavimleri için çok kıymetli, sayısız hatırayla dolu bu mekanının da kapanıyor olduğu haberini aldım bu sabah. Bu kışın, son kışları olduğunu, mayıs ayında kapılarını kapatacaklarını, çok sevilen bazı tariflerini kaybolmasın diye isteyen müşterileriyle paylaşacaklarını duyurmuşlar. Vedasını bile özel kılan insanlar…
Sabırla çaldığınız, yok ettiğiniz herşeyin intikam alacağı günü bekliyorum, sabırla…
YORUMLAR