Bir hediye, dolmakalem…
Ekim taklidi yapan bir Aralık günü, en güzel çayı yapan çay bahçesinde maviyi karşıma almış oturuyorum. Geliri hayvan severler derneğine giden bir yılbaşı kermesinden gelmişim. Tezgahlar ikinci el kıyafetler, tabaklar, fincanlar, sürahiler, defterler, takılar, mumlarla dolu. Gözüm hepsine, gönlüm birine gider hesabı bir deftere kitlenmişim.
Doğadan topladıkları ağaç parçalarını kapak yapıp defter diken bir çiftin tezgahı. Yanlarında da çocuklarına bir yavru tezgah açmışlar. Evin miniği de orda yine kendi yaptıkları sabunları satıyor. Bir liraya avcuma iki tane minik sabun koyuyor. O belki sabunların beni nasıl mutlu ettiğini bilemez ama ben onun o bir liradan nasıl mutlu olabildiğini bilirim. Otuz yıl önce büyüdüğüm çıkmaz sokakta az tezgah açmazdık arkadaşlarla.
Yazıyı sevenin deftere, kaleme sevdası bir başka olur. Dut, badem, meşe, zeytin kapakları arasından zeytini kapıp pedalları bastım en sevdiğim çay bahçesine. Heybemden çıkan dolmakalemin hikayesi başka mevzu. Dolmakalem dedin mi duracaksın. Her biri bir öykünün kahramanı olacak denli kıymetli ve karakterlidir. Bir daktilonun, iki dolmakalemlerin, üç denizci fenerlerinin ruhları olduğuna çok inanırım. Bence bazı eşyaların içine kesinlikle ruh üflenmiştir ve bu üçlü de liste başıdır.
Belki bir, belki daha fazla süredir bir şeyler karalayıp ufak çaplı bir demliği bitirecek kadar çayı da içtikten sonra bu yazıyı da yazmama sebep olan bir şirine geldi yanıma.
“Abla sen kitap mı yazıyorsun?”
Muhtemelen okuma yazmayı yeni öğrenebileceği yaşlarda koca gözlü bir kız çocuğu. Sorduğu soruya bulaştırdığı heyecanı “hayır” dememe engel oldu bir an. “Hayır”ın onu hayalkırıklığına uğratmasından çekindim. Eveleyip gevelemek üzereydim ki annesi yetişti arkadan.
“Senin gibi günlük yazıyordur belki kızım, rahatsız etme ablayı.” Sonra da bana döndü “Bu defterleri az önce ben de gördüm tezgahta, çok güzellerdi, sanırım siz de benim en beğendiğimi almışsınız.”
Biz konuşurken önümdeki deftere, elimdeki dolmakaleme hayranlıkla bakan ufaklığı benden başka kim anlayabilirdi ki? Seneler önce belki ondan azıcık daha büyükken dedemin dokunmama pek izin vermediği dolmakalemine, okuyamadığım ama sanat eseri gibi işlediği el yazısıyla dolu günlüğüne aynı böyle hayranlıkla bakardım. O da farkederdi benim bu hayranlığımı ama hiç bozuntuya vermezdi. Anca seneler sonra bana dolmakalem hediye ettiğinde söylemişti tüm bunları.
Çocukların dünyasını değiştirmek bazen büyüklere çok ufacık gelen bir hamleden geçer. Sevdiğin bir dolmakalemini ona hediye etmek senin için belki sadece bir virgüldür ama onun gözünde dünyanın bütün alfabeleri birleşir.
Annesi ona da bir defter almanın sözünün verince dolmakalemi de benden geldi. Yıllar evvel çok beğenerek aldığım kalemimi verirken boğazımdan geçen yumruyu – bir eşya da olsa benim için sevdiğim şeylerden ayrılmak zordur – onun her yerinden taşan sevinç sildi götürdü.
O, seneler sonra yaşadığımız bu minik paylaşımı nasıl hatırlar bilemiyorum, kalemiyle defterleriyle bağları nasıl kalır… Ama ben o gün ömrümün en güzel armağanını verdim.
Yeni bir yıl yaklaşırken herkesin birbirine laf olsun ya da değil hediye almaya çalıştığı bu dönemde derim ki evladiyelik hediyeler olsun seçtikleriniz. Bir dolmakalem mesela. Bir kimlik, kişilik, huy gibi sinebilsin zaman o hediyenin üzerine. Gerçekten sadece o insana ait olsun. Seneler sonra çocuğuna, torununa bırakabileceği uzun ömürlü bir hikaye biriktiricisi gibi…
Güzel bir kalemle girilecek yeni yılın hikayeleri de güzel olsun dilerim.
YORUMLAR