Seba’nın vefatının düşündürdükleri

Beyefendiliğe çocukluğumdan beri vurulmuşumdur. Hayata karşı bir erkeğe yakışan en güzel duruştur nezdimde. Üstelik beyefendilik öyle sadece şen günde, tebessümde, hayatın sadece artı hanesinde hüküm süren bir özellik de değildir. Zorda, darda daha çok belli eder kendini. Hani ayrılıktır ya bir insanı iyi tanımanın asıl yolu. O en çetin zamanda dahi efendiliğini bozmaması kişinin… O hesap! Bunun erkeği/kadını yok gerçi, o başka mevzu…


Süleyman Seba’nın ölüm haberini duyduğumda ilk bunlar geçti aklımdan. Özlem duyduğum bu nadide insan türüne methiyeler düzdüm kendi kendime. Her şeyden çok buydu çünkü Seba’nın namı benim için. Babamdan sonra Beşiktaşlı olmamı sağlayan o beyefendi duruş ve o duruşu bir takıma, hatta kulübe karakter yapan bir adamın zarif hikâyesi…


Onca karakterli futbolcunun, Beşiktaş’ın o efsane kadrosunun onun dönemine denk gelmiş olması bir tesadüf olabilir mi? Sarı Fırtına’nın, Feyyaz’ın, Ali’nin, Rıza’nın, Şifo’nun sadece futbollarında değil, futbolcu duruşlarındaki efendilik şimdi kaç futbolcuda var? Demirörenler’in, Aziz Yıldırımlar’ın, Fatih Terimler’in sevdireceği bir futbolun seyircisinden nasıl bir umudumuz olabilir? Artık beğenmeyen, beğenmediğinin ya küfür kasetini ortaya çıkartıyor ya seks. Hiçbir ilişkinin ne sürekliliğinde efendilik kaldı, ne ayrılışında. Kopuşlardaki leş gibi olmuş vaziyete bile şaşıramıyor insan “döverek sevmenin” böylesine makbul olduğu bir ülkede. Özel ilişkilerden, profesyonel ilişkilere varana kadar her birinde aynı terane…


Hayatta en çok zarif insanların dokunuşlarının belli olduğuna inanırım. Çünkü hoyratlık öylesine çok ki zerafet hemen dikkat çekiyor, ayrıcalık yaratıyor. Lakin yine pek çok şeyde olduğu gibi bu da yanlış anlaşılıyor. Sevdiğine çiçek, çocuğuna oyuncak almak, anneyi öpmek, iş arkadaşına jest yapmak, garsona gülümsemek değil ki sadece zerafet. Yani en azından bu kadar yüzeysel değil. Bir kadına, erkeğe, çocuğa, anneye, arkadaşa, garsona özde nasıl davranılması gerektiğini bilmek... Herkesin bir kalbi, gururu, duruşu ve düşünceleri olduğunu unutmadan…


Süleyman Seba’nın vefatı değil işte bu yüzden asıl mesele. İnsan hayatının elbet bir sonu var. Bu kadar üzen, bazı insanların giderken güzel olan şeylerin de sonunun geldiğini düşündürmesi. Yerlerine yenileri gelmiyor ve biz biraz da artık daha çok özleyeceğimizi bildiğimiz için üzülüyoruz.


Dilerim arayan ve özleyen kim varsa hayatına en azından bir zarif insanın dokunuşu değsin. Değsin ki anlasın aslında hayatın parlayan da bir yüzü olabileceğini. Süleyman Seba’nın düşündürdükleri üzerinden kendi hayatımın beyefendisine bir selam etmeden bitirmeyeceğim bu yazıyı. Onun gibi birini tanıyor olmanın onda dokuz kez büyük şans ve ayrıcalık olduğunu düşünmüşsem, bir kez de zorluğunu anmışımdır. Bir kez, insan olarak yarattığı farkı başka kimselerde pek göremiyor olmanın neyse ki her zaman içinde olmadığım karamsarlığından… Eskiden hakkında çok konuşup arkadaşlarımı en çok aşık ettiğim kişiydi kendisi. Bir akşam eve gelip “ben aşık oldum ve evleniyorum” diyene kadar… “İşte sonunda o şanslı kadın” demiştim içimden. Süleyman Seba’ya rahmet, canım dayıma sağlıkla uzun bir ömür…

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.