Türkiye üzerine bir ütopya
“Kaderiyle” ölmeden önce hakkı, hukuku ve adaletiyle dolu dolu bir yaşam sürebilen insanların olduğu bir ülkede yaşamak istiyorum.
Ölümün değil, yaşamın yüceltildiği bir ülkede yaşamak istiyorum.
Vicdanı, tüm organlarından daha büyük olan insanlarla dolu bir ülkede yaşamak istiyorum.
Tüm siyasilerin ve sorumlu mevkide olanların istifa etmenin erdemini bildikleri bir ülkede yaşamak istiyorum.
Fakir olanlarının, denizinden, toprağından üretebildikleriyle en azından karınlarını doyurdukları tok fakirlerin olduğu bir ülkede yaşamak istiyorum.
Hırsızlığa, pişkinliğe, şiddete, hele hele cinayete çanak tutulmayan bir ülkede yaşamak istiyorum.
Başbakan ve şürekâsının yalancı ve sahtekâr olmadığı bir ülkede yaşamak istiyorum.
İnsanın kendi değerini bir sedye temizliğinden daha az görmediği bir ülkede yaşamak istiyorum.
Çocukların, gerekenden önce büyümedikleri, yaşlarını hakkıyla yaşayabildikleri bir ülkede yaşamak istiyorum.
İnsanlarının, kendini doğadan üstün görmediği, hükmetmeden, o hükmün bir parçası olarak yaşama bilincinde olduğu bir ülkede yaşamak istiyorum.
Polisin, askerin, milletin efendisi değil, onlara hizmet etmek için var olduğunu bildiği bir ülkede yaşamak istiyorum.
Çeşitliliğin, renklerin tırpalanmadığı, baş tacı edildiği bir ülkede yaşamak istiyorum.
Özgürlüğün, empati ve saygıdan beslendiği bir ülkede yaşamak istiyorum.
İstiyorum, istiyorum, istiyorum. Vazgeçmeyeceğim insanca bir yaşamı istemekten. Yaşamımızın değerini bir paçavraya çeviren düzenlerine haklarımızı, adalet taleplerimizi haykırmaktan vazgeçmeyelim. Ölüme kaptırdığımız insanı geri getirmek için yapılacak bir şey olmasa da bu çaresizliği, bıkmadan usanmadan onun hakkını, kendi hakkımızı arayarak hafifletelim.
Yazılamayan yazılar var. Bu da onlardan biri aslında. Her şey bu kadar taze ve ben bu kadar öfke doluyken yazı başına oturmak zor. Hayat, artık öylesine, acı-tatlı gündelik dertleriyle bile akıp gidemiyor bu ülkede. Her gün, her hafta ayrı trajediler, felaketler, gözyaşları... Adaletsizlik nasıl da derinleştiriyor felaketin yarasını!
Otuzların ortasına doğru, yirmili yaşların hayalci dünyasını çoktan geride bırakmış yaşlarımdayım. Lakin yaşadığım ülkenin gerçekleri sertleştikçe hayalciliğe, ütopyalara daha çok yaklaşıyorum. Bir Türkiye ütopyası düşlüyorum. Anadolu gibi dünyanın en bereketli, tarihi, kültürü, doğası böylesine zengin topraklarında daha medeni bir devlet düşlüyorum. Bu toprakların, bereketini vicdansız yetiştirmekten yana harcamasına tahammül edemiyorum.
H.G. Wells’in “Ne zaman bisiklet üzerinde bir yetişkin görsem, insanlığa dair umutlarım artar” sözündeki gibi naifliklerde arıyorum umudu. Karşım(ız)daysa yüzündeki korkunç öfkeyle madende yakınını kaybetmiş genci hunharca tekmeleyen cisimleşmiş bir kötülük. Zor! Ama ne zaman kolay oldu ki?
YORUMLAR