Arı
Pazar günüydü sanırım, ormana yürüyüşe çıktık. Babam, ben, Cemre, Beliz ve annem. Özlemişim. Çok uzun zaman olmuştu Samanlı Dağları'nı ziyaret etmeyeli.
Dere kenarında yürüdük, kestane topladık. Beliz kucakta tırmanabildiğimiz kadar tırmandık. Kestane toplarken Cemre ormanın belli bir tarafına doğru gitmek istediğini söyledi. İçimi bi' yokladım. Karnımda bir his “hayır” dedi. Dürüst davranmadım, ağlamasından endişelendim. Keyfimin bozulmasını istemiyordum. Dönüşte yeniden bakarız şimdi anneanneni takip edelim dedim. Ettik.
Dönüş yolunda yeniden yanıma geldi. Anne ben şuraya gitmek istiyorum dedi. Karnımdaki his değişmemişti. Ben oraya girmek istemiyorum ama istersen sen oradan yürü, yolun kenarında buluşalım dedim. “Hayır sen de gel” dedi yeniden. “Yok” kızım dedim. Ben gerçekten oradan gitmek istemiyorum... Bu defa “Anne korkuyorum, sana ihtiyacım var” diye dudak büktü. Yapacak bir şey yok diye peşinden ayaklarımı sürüyerek, içimdeki direnci sonuna kadar hissederek Cemre'yi korkusundan kurtarmaya giriştim.
Biraz yürüdük. Daha fazla devam etmek istemediğimden emindim. Ona isterse devam etmesini benim burada onu beklediğimi söyledim. Ama yine bensiz gitmek istemediğini söyledi. İçimde yükselen kızgınlığı belli etmeden devam ettim. Kendime kızıyordum. Sürüklenmekten hoşlanmıyordum ama bunu seçtiğimin de farkındaydım. Bunu kendime rağmen yapan benim, onun bir kabahati yok.
Bir dakika bile geçmemişti ki ayak bileğimde keskin bir batma hissettim. Sonra üst bacağımda, sonra arkada. Ne oluyor demeye kalmadan eşek arılarının saldırısına uğradığımı anladım. Koşarak açıklığa çıktım. Bir defa sokmak yetmiyordu ki bu meretlere. Defalarca sokabiliyorlardı bal arılarının aksine.
Karnımdaki o hissi tanırım aslında ben. Çocukluğumdan... Önceleri anne babamı bazı konularda uyarırdım; kardeşimi bisikletin arkasına oturtmayalım bugün, o sokağa girmeyelim nolur ötekinden gidelim... Ama genel olarak dinleyen olmazdı. Her defasında tatsız şeyler yaşandı. Zamanla ben de kendimi dinlemeyi bıraktım.
Son yıllarda kendime odaklandıkça yeniden fark etmeye başladım karnımdan gelen hisleri. Ne zaman ona uymasam, kendim için iyi olmadığını bile bile yola devam etsem böyle aksilikler olur. Seçtiğim o yönde mutlaka direnç ile karşılaşırım.
İhtiyaç karşılamada kurtarıcı bir tavrım var mizacen. İnsanlar bana hep ihtiyaçları için gelirler, kurtarılmak üzere. Tasarım haritamın da onayladığı bir özellik bu. Kurtarıcı nitelik aurada diğerleri tarafından sezilir ve insanlar sana gelir. O yüzden Cemre bana korkuyorum, benimle gelmen gerek dediğinde ayaklarım kendiliğinden ona doğru gider. Bu benim mizacım evet.
Ancak karnımdaki duygusal otoritem (tasarımıma göre özgün karar mekanizmam) bana yapma diyorsa o kurtarma işine girişmemem gerekir. Bedenim bana o yön senin için doğru değil der bu yolla. O yönde direnç var. Şu yönde akış daha kolay...
Kurtarmak, kalp merkezimin çalışma biçimi sebebiyle öz değerime, yeterlilikle ilgili tatminime bağlı olduğu için, kendime rağmen kurtarmayı seçmek benim için çok tanıdık. Öz değerimi epey bağımsızlaştırdığım halde insanlara yardım eden kurtarıcı tarafım hâlâ aynı dinamikle tetikleniyormuş. Bu olay bana bunu açıkça gösterdi. Arılara şükran diyorum bacaklarımdaki şişlere rağmen.
Artık bana hizmet etmediğini görüyorum bu örüntünün. O yüzden bırakmaya niyet ediyorum kendisini. Kendimi yeniye açıyorum. Bakalım nasıl gösterecek kendini.
YORUMLAR