Eksik
Hayatımı, yaşam ve düşünce biçimimi, seçimlerimi en çok etkileyen kök inanışlardan birinin adını ilk defa geçen 2017'nin Aralık ayında koydum.
"Eksiklik".
Bende bir şey eksikti. Var oluşumda bir şey eksikti. Sanki herkeste bir şey vardı da, ben de yoktu. Bacak gibi, kol gibi bir eksiklikti bu. Öyle hissediyordum.
Bu inanış benim bilgiyle, sahip olmayla, öğrenmeyle, benden farklı yeteneklere sahip insanlarla, kendimle ilişkimi şekillendiriyordu. Kendimi ortaya koyabilmek için dahi dışsal bir güç, öğreti, bilgi aramama sebep oluyordu.
Çünkü bu inanışta eksik; beni tam edendir. Eksik; benim o sırada yokluğuna odaklandığımdır. Aklıma kıyasla gelebilir; herkeste olanı isterim, olmazsa kendimi eksik hissederim (zannederim). Moda ile gelebilir; moda olanı isterim böylece kendimi tam ve ait hissederim. Pahalı olanı, herkesin ulaşamayacağını isterim, böylece kendini tam ve farklı hissederim (çünkü artık sahip olmayanlar eksiktir). Çocuğum benim arzuladığımdan eksikse ben de eksik olabilirim... Aklımda bir proje, bir tamlık, mükemmellik çizerim sonra da onu yaparak kendimi tam, başarılı ve ait hissederim.
Eksiklik inancı yokluğuna odaklandığım şeyi benliğimle özdeşleştirmektir. Sadece bana özgü olan var oluşumun ifadesini yaşamak yerine, eksiğimi tamamlamaya çalışarak geçen bir hayatı seçerim. Dışsaldır artık benim için "güç". "Sahip olmak"tır ancak beni güçlendirecek, koruyacak, sevdirecek şey.
İçimdeki güce, bilgeliğe, kalbimden gelene güvenerek onu geliştirmek için bir şeyler öğrenmekte sorun yok. Ama varoluşum eksik olduğu için, onsuz yapamayacağım, tam olamayacağım, güçlü olamayacağım için bir şey aramak kendimle ilişkimi sarsan, beni dengesizleştiren bir durum. Şu soruya cevap vermiyor çünkü: "O olmadığında ben kimim?"
Doktor olmadığımda, yüksek kimya mühendisi olmadığımda, son model arabam ya da param olmadığında, anne olmadığımda, mükemmel bir çocuğum olmadığında, iktidar sahibi bir babam, marka kıyafetlerim, bir projenin getirdiği başarım olmadığında, "en doğru/ahlaklı" ben olmadığımda, beni herkesten "farklı/üstün" kılan şeylerim olmadığında, birileri tarafından onaylanmadığımda, o koca kitaplığım, "okumuşluğum", diplomam olmadığında ben kimim? Sevilmeye "layık" biri miyim? Sevilir miyim? Var oluşumun bir anlamı var mı? Değerli miyim?
2017 yılının kış ayında sahip olduklarımın farkında olmadığım, kendi gücüme inanmadığım için öğrenmek istediğim bir şifa tekniğinde pratik yaparken bu inancımı fark ettim. Şifa için kullandığımız daha yüksek dereceli frenkanslara sahip olmadığım sürece çalışmayı yaparken tedirgindim, sanki yeterince iyi ve güçlü değildim. Gidip o frenkansların bilgisini de hocamdan satın almam gerekiyordu. Hep eksiktim. Sonra bu çalışmaya eksiklik inancı ve dolayısı ile güç ihtiyacı ile girdiğimi fark ettim. Tedirginliğimin, korkularımın sebebi de buydu. Bıraktım. Bıraktığım gün kendi enerjimin, alanımın ve etkisinin yani gücümün farkına vardım. O öğretinin benim gerçek ihtiyaçlarımla uyuşmadığının da...
Ben TAM'dım. Şu halimle tam ve özgündüm. Var oluşumun özgünlüğün "Bütün"de tam da ona göre bir yeri vardı. Ben o yeri doldurmakta yetkindim. O yer benim içindi, ben o yer içindim. Var oluşum eksik değildi... Özgün ve biricikti.
Bu farkındalığın ışığında artık daha farklı bir motivasyonla içimdekini ortaya koyabilmenin yollarını arıyor, kendi gücüme inanarak şifa öğrenme yolculuğuma devam ediyorum.
Bu deneyimden tam bir yıl sonra aynı inanışın yarattığı başka bir denklemde buldum kendimi. Geçen hafta bahsettiğim alış-veriş yani "eksik"lerimi tamamlama çılgınlığının ortasında geldi bu dengesizlik. Eksik listemdeki her bir kalemi tamamlamam gerekiyordu. Hem de hemen! Çünkü "eksik"ti. Çünkü o tamam olmadan sanki ben de tamam olmuyordum. Sahip olmadıklarımı "kendimle" ilişkilendiriyordum. Çünkü yeterince güzel, yeterince iyi... Olmuyordum.
Bu hali daha önceden tanıyorum. Daha önce çeşitli şekillerde tecrübe ettim. Bu; evlenirken evimin tastamam olması için bana alelacele, bağ kurmadan bütün eksikleri aldıran hal (aman tamam olsun da önemli değil nasıl göründüğü, şekli mekli). Bu; Cemre'ye hamile iken yüzlerce ebeveynlik kitabını, her şeyi bilmezsem eksik bir anne olurum korkusuyla okutan hal. Bu; bir konuda yazı yazmam, konuşmam için o konuda söylenmiş her şeyi de bilmem gerekir diye bana içimden geleni yazdırmayan, hep yeterince bilmiyorum diye hissettiren hal. Bu; başkasının bende olmayan yeteneklerini, sahip olduklarını, yaptıklarını görünce kendimi buruk hissetmeme neden olan hal. Bu kızım benim düşündüğümden farklı davrandığında içimde çocuğumla ilgili uyanan hal (o eksik, ben de eksiğim). Bu; bana kıyas yaptıran hal. Bu özgüvenimi, özsaygımı, özsevgimi, özdeğerimi, özyeterliliğimi, özkabulümü baltalayan bir inanış. "Eksiklik".
Dolayısı ile dengesizce o listeyi tamamladım. Hatta o içsel aciliyetin, yoğun zihin akışının içinde şimdi fazla olduğunu düşündüğüm şeyler bile aldım. Bu aciliyetin bir sebebi o sırada içimde olan başka bir derdi bastırmak içindi, bu yüzden güçlüydü. "Cesaret" isimli yazımda paylaşmıştım sürecin o yüzünü. Bir sebebi de zihnimdeki bu inanışa "yeniden" gömülmemden kaynaklanıyordu. Gayet iyi bildiğim halde yeniden...
Bu durumun annemden aktarım yoluyla bana geçtiğinin de farkında vardım. Bu sırada Yalova'da birlikte olmak çok fazla gözlem yapmama yardımcı oldu. Annem bana şunu alman/yapman lazım dediğinde o sesin bendeki etkisinin neden bu kadar güçlü olduğunu da anlamış oldum. Annem kendi eksiklik inancından dolayı benim de o koşul sağlanmazsa eksik olacağımı düşünüyordu ve ben de onu tatmin etmediğim, ondan sen tamamsın lafını duymadığım sürece eksiktim. Eksiksem kabul göremem, sevilemem, değerli değilimdir... Acilen annemin işaret ettiği o eksiğim giderilmelidir. Onu tatmin edemediğim için 27 yaşıma kadar duyduğum öfkeyi şimdi daha iyi anlıyorum... O benim "eksiğimi" işaret ettiğinde neden şiddetle savunmaya geçtiğimi de... Ona "hayır ben tamım ve beni kabul etmeni istiyorum" demeye çalışıyorum.
Annem bir şeyin mükemmel ve tam olabilmesi için onunla ilgili olduğunu düşündüğü her şeyi hemen yapmaya çalışır. Örneğin bir davet verdiğinde o sırada aklına gelen her şey mutlaka pişmelidir. Kendini hırpalamak pahasına o listeyi tamamlar. Listesinden bir şeyi elemekte çok ama çok zorlanır. Bu satın alırken de böyledir onun için. Nedenini tam bilse de bilemese de o şeyin alınmasına "kesinlikle çok ihtiyacı vardır." Kendisi için, yeniden tam olabilmesi, kendini sevilebilir addedebilmesi için. Mükemmel olması için... Bu neyin eksik sayılacağını da, mükemmelin sınırlarını da yine kendi zihninin belirlediği tuhaf bir kısır döngü. Eksiklik inancına kapıldığım esnada bu durum benim için de tam olarak böyle.
2017 yılında yaşadığım derin eksiklik ihtiyacından daha farklıydı bu sene yaşadığım. Daha yüzeyseldi. Güçlüydü evet ama sorun ruhumdaki bir yaradan çok zihnin yaradılışından kaynaklanıyor gibiydi. Ben "zihnin" bize sürekli olarak yeterince iyi değilsin mesajı vermek için kodlandığını düşünüyorum. Bu şekilde ruhsal yolculuğumuzu kolaylaştırıyor. Bu şekilde özümüzle buluşmamızı sağlıyor zihin... Benim sorunum, zihnim bu denli güçlü bir döngüye girdiğinde nasıl çıkacağımı, kendime hangi noktadan yaklaşacağımı bilmemekti.
Üç hafta kadar önce listemi düşünmekten kendimi bir türlü alıkoyamazken, bir yandan da kendime kızıyordum; bildiğin halde neden diye... Sonra televizyonda bir belgesele denk geldim. Kuşların sonbaharda yok olduğunun fark edilmesiyle onların göç ettiklerinin öğrenilmesi arasında 600 yıl olduğunu anlatıyordu hikaye. Kuşlar nereye gidiyor sorusunun cevabı bunca zaman almıştı... Bu benim için ne kadar da dayanılmazdı. "Eksik" bir cevap için bu kadar bekleyebilir miydim?
Beklemeyi bilmediğimi idrak ettim. Beklemek için önce durmam gerekiyordu. Durmayı biliyor muydum?
Bir kaç ay önce şehir içinde araba kullanırken frene tam olarak basmamış ve duran bir arabaya çarpmıştım. Neyse ki iki arabaya da, bize de bir şey olmamıştı ama o gün Asım bana "frene basmadığımı" söylemişti. Beynimde şimşekler çaktı. Ben gerçekten frene basmıyordum. Hafifçe dokunuyor ama durmaktan kaçınacak şekilde araba kullanıyordum. Yapacağım şey her ne ise onu yapmadan durmak istemiyordum. Ancak onu yapınca "tam" olacaktım, acilen onu yapmak istiyordum. Ben frene basmak, durmak istemiyordum.
Bir şeyi yaparken, alırken, isterken, merak duyarken önce kendime soruyorum şimdi; motivasyonum eksiklik inancı mı? Gücümü biliyor ve tam olduğuma güveniyor muyum? O olmadığında/yapılmadığında/sahip olmadığımda ben kimim? Güçsüz mü olurum? Yetersiz mi?
Eğer bunların hiçbir değil ise o vakit tamam diyorum. Hadi yapalım/bulalım/alalım.
Ama önce "duruyorum". Zamanı hissediyorum. Aciliyetle davramıyorum. Çünkü tam olduğumu biliyorum. Kendimi, var oluşumu kabul ediyorum.
Yolculuğumu kabul ediyorum.
Yaşama, işlerin işleyiş biçimine güveniyorum.
Bunları hatırlar hatırlamaz zihinden çıkıyor ve sakinliyorum.
Böylece beklemeyi öğreniyorum.
Ve şükretmeyi de...
YORUMLAR