Balkabağı
Asım yurt dışından beklediğimizden erken döndü. Biraz kaldı, sonra da başka bir proje için üç aylığına İstanbul'a gitti.
O benim hareketli parçam. Ben ne kadar sakin, durağan, yavaş, yaşamla akar ve içimi dinler bir haldeysem, Asım o kadar hızlı, planlı, kontrollü ve sıklıkla bir şeyler yapar halde. O, enerjiyi alıyor ve bir işe doğru akıtıyor.
Asım evdeyken varlığını, hareketini, enerjisini hep etrafımda hissediyorum. Evde kendi halimde olsam bile dışarıda durmadan çalışan, oradan oraya koşturan aurası beni de hareketlendiriyor.
Adımlarını, kıpır kıpır varlığını içimde bir yerden duyumsuyorum.
O gittiğinde ise bir boşluk, bir sessizlik oluyor ve bütün Dünyam'ı kaplıyor. Bir anda kuşların sesi, ışık her şey belirginleşiyor. Bu, dingin ve durağan bir hal... Tanıyorum. Bu, benim yalnız halim. Bu, benim.
Bir yanım hareketli parçamı özlüyor yine de. Ona öyle alışmışım ki artık yokluğu içimde, enerji alanımda bir boşluk yaratıyor. Onu özleyen bir boşluk...
Çok değiştik tanıştığımız günden beri. Sanırım en çok da ben. Çok fazla süreçten geçti ilişkimiz... Sancı, değişim, yabancılama, uyumlanma...
Şimdi olduğumuz yeri seviyorum.
Başlangıçta ne olduğunu bilmediğim bir kuvvetle ona doğru çekilmiştim. Onu hiç tanımadan sevmiştim. Hayatımda ilk defa, "tanırım…" demiştim. "Yolda..." Ve evlendim. Çabucak. Düşünmeden. Tereddütsüz. Akarak aşkla.
Hamileyken ona sığındım. Güçlü, net, kontrolcü enerjisine... Yaralarımı keşfediyor, derinlerimde geziyor, büyük bir değişime doğru gidiyordum. Asım'ın sahip olduğu eril enerjinin duygulara olan mesafesi, onları üzerine alınmayışı bana iyi geldi. Ailelerimizin bile giremediği bir oda, bir alan açtı dönüşmem için; güvenli ve sakin... Artık dilediğimce yalnız kalabilirdim. Yorgundum, Asım'a yaslandım...
O odadan çıktığımda bambaşka biriydim.
Sonrası biraz karışık; ilişkide birisinin geri dönülmez biçimde değişmesinin yol açabileceği kadar. Benim şifalandığım alanların ilişkimize çok iyi gelmesine rağmen...
Birimizin değişimi diğerimizin dertlerini görünür kıldı. Yani Asım'ın benim eski (artık şifalanmış) yaralarıma karşılık gelen yaralarını... Ben artık bildik tepkilerimi vermiyordum çünkü. O yükseldiğinde ve topu bana attığında, top basacak hiçbir düğme bulamıyordu. Yükselmiyor, başka bir anlayış hissediyordum. Bu onu hem şaşırtıyor hem de kızdırıyordu.
Ben ise bocalıyordum. Onun dertlerini sezmek, onu daha önce tanımadığım şekillerde tanımaya başlamak beni biraz tedirgin ediyordu. İlişkimiz sarsılmıştı. Şimdi ona şifa vermem mi gerekiyordu? Asım'ı değişmeye ikna mı etmeliydim? Onu "iyileştirecek" kişi ben miydim? Buna gücüm var mıydı? Bunu istiyor muydum?
Dört saat boyunca bu sorular etrafında düşündüğümü hatırlıyorum. Neyse ki sonunda sakinledim. Onu değiştirmem ya da çekiştirmem gerekmiyordu. Bu ikimize de iyi gelmezdi. Bu işe yaramazdı. Benim tek yapmam gereken ona alan açmaktı. O kızdığında (yani bir yarası, inanç kalıbı, Öz ile ilişkisi onun canını yaktığında) ona şefkatle, empati ile yaklaşmaktı. Onun duygusunu kişiselleştirmek yerine "Onun bir derdi var!" Bunu hatırlamaktı. Bunu yapabilirdim.
Bu, bir dönüm noktası oldu.
Ama hâlâ karşılıklı gelen düğmelerimiz de vardı. İkimizin birbirimizi sürekli tetikleyen davranışları... Aramızdaki çözümsüzlükler... Kısır döngüler.
Yolda çok şey yaşadık. Karşılıklı düğmelere kızdık. Birimizde karşılık bulmayan düğmelere şefkat gösterdik. Sevgi akışı olmadığında bocaladık...
Sevgi akışı... Bu ilişkimiz boyunca beni en çok zorlayan şeydi. Asım sahip olduğu dert yüzünden, sevgiyi -dolayısı ile sevgimi- kabul etmiyordu. Bütün kırılganlığımla ona yaklaşıyordum ama her defasında reddediliyordum. Küçücük, minicik, neredeyse fark edilmez reddedişler birikip birikip dengemi sarstı. Dişil enerjimin dengesizliğini farkedebiliyordum. İçimdeki sevgi akışı, şefkat ve empati isteğim azalıyordu. Asım'ın önüne duvarlar örüyordum. Gittikçe ona yabancılaşıyordum.
Bir an geldi ve o kendi derdini fark ettiğinde değişti. Duygularına olan mesafesini aşmaya niyet etti. Ve ardından benim duvarlarımı yıkma çabasına girişti. Ben fark etmedim. Ta ki bir gün sevgiye duyduğum arzu bütün duvarlarımı yıkmamı sağlayana kadar... Bu süreçte kişinin kendinden başkasının, elleriyle inşa ettiği duvarı yıkamayacağını öğrendim.
Kendi duvarımın enkazının üstünde gezinirken Asım'ı duydum. Kabul ihtiyacı içindeydi. Şaşırdım. O kadar çok kabulden bahseden ben mi onun bu ihtiyacını karşılayamamıştım yani? Öyleydi... Bir şekilde Asım ilişkide kendini düzeltilmesi gereken bir şey gibi hissetmişti. Onun sevgiyi verme biçimlerini görmemiş, kendi sevgi yollarımı beklemiştim...
Bu benim için şok ediciydi. Bir kez daha değiştim. Ya da değişiyorum diyeyim.
Uzun bir yolculuktu.
Çok şey öğrendik.
Bu sene aramızdaki son duvar da yok olduğunda ilişkimizin zemininin değiştiğini hissettik. Ben bunu ufak bir törenle kutlamak istedim.
Oldukça komik ve neşeli oldu.
Çok sevdiğim bir dostumun Cemre için diktiği cadı kostümü ve benim için yaptığı elf pelerini, Asım'ın başına taktığım sarmaşıktan yapılma taç ve yenilediğimiz alyanslar ile birbirimize yeniden söz verdik.
Kalp açıklığına, kendimizi sevgiye kapatmamaya, hikaye yazmamaya yani birbirimizin içine daima merak duymaya... Duygu ve ihtiyaçlarımızla bağ kurmaya... Dengeye niyet ettik. Birimiz düştüğünde şefkatle sarılmaya. Çekiştirmemeye ve kabule... Birlikte şifalanmaya...
Ve sonra hokus pokus!!!
Balkabağından bir yuva yaptık. Topraktan bir zemin, taştan bir yatak. Pelerinden bir yorgan. Sevgiden bir yastık. Parmağımızda empatiden yapılma bir yüzük. Yanağımızda öpücükten bir söz... Tepemizde de mutluluktan bir çatı.
Sonsuza kadar.
YORUMLAR