Yangınlara su serpmek
Size de oluyor mu? Alevler en tepeye yükselirken eğlence fotoğrafı paylaşan arkadaşınıza içerlemek. Bir anlık söylenme dalgası belki zihninizin içinde dile bile gelmeden bedeninizde dolaşır. Kızgınlığınız boğazınızda bir yoğunluk, midenizde bir katılık olarak bedende ifade bulur. Zihninizde onu anlarsınız, o eğlenceli görünen halinin içindeki dertleri bilirsiniz, halini bilirsiniz ama ister istemez, yarım saniyeliğine gelişir bu tepki. Bu bazen o kadar belli belirsiz gerçekleşir ki siz farkına varmadan o rahatsızlık hissi bedeninize yerleşir ve kalır. Kaldığının da farkına varmazsınız çünkü günlük hayatı genellikle böyle yaşarız. Onlarca ses, söz, lakırdı, görüntü size çarpar ve içsel ikliminizi değiştirip durur. Bir duygu baş gösterirken diğeri gelir sırayı kapar. Bunların hangisinin farkına varıp elinden tutarsak o bizi bir yerlere götürür. Duygu denen şey mühimdir.
Duyguyu fark edip onunla biraz vakit geçirmeye gönüllü olursak o bize çok şey söyler. Pencereden gelen korna sesinin bizdeki etkisini, telefon veya ekrandan gözümüze değen görüntülerin yarattığı etkiyi rehber yapıp bizde oluşan duyguyu fark edersek insan olma yolculuğumuzda bir şeyleri bir nebze daha iyi, en azından daha iyi niyetle yapmaya adım atabiliriz. Koyduğumuz niyet, o anki duygumuzu anlamak bile olabilir. Bu nokta, başlangıç için görüldüğünden çok daha önemlidir.
Bu köşenin adı “İnsan olma günlüğü”. Düşüncelerimi paylaşıyorum, ancak hepsi bendeki bir duygudan doğuyor. Bende yükselen duygular düşünceleri doğuruyor. Düşüncelerin duyguları doğurduğu söylense de bu aşamayı bilinçle fark etmeden yaşayıp gittiğimiz için aslında çoğunlukla sislerin ardında otomatik olarak geçip giden düşüncenin yarattığı duygu ile davranıyoruz, konuşuyoruz. Bunu çoğunlukla fark etmiyoruz. İlişkilerimizde, hayatı yaşayış biçimimizde duygularımız kumanda odasında. Duyguları fark etmeye, onlara bakmaya ve bize anlattıklarını dinlemeye mecbur olduğumuzu kimse söylemiyor. Ancak tek başımıza değil, insan-insana olduğumuz için sanki insanlar topluluğu değil, duygular topluluğu halinde yaşıyoruz. Duyguların etkileşimi ile yaşıyoruz. Dolayısıyla duygularımızın yarattığı sonuçlardan bir miktar da sorumlu hale geliyoruz. O halde kendimize dönüp bakmayı insani bir sorumluluk saymak herhalde abartılı olmaz.
Tepkiler çeşit çeşit.
“Ay ben hiç bakamıyorum, izleyemiyorum.”
“Mahvolduk, her şey bitti.”
“Şu şekilde yardım gerekiyormuş. Adres bu, telefon bu…”
Bir olay karşısında her bireyin yaşadığı duygu başka. Her bireyin altyapısı, tetikleyicileri başka. Hiç tanımadığı coğrafyalarda yaşayan canlar için zamanını, enerjisini, kaynaklarının büyük kısmını kullananın hatta canını ortaya koyanın insanların olması gibi, yanı başındaki çiçeğe su vermeyen de insan. Bu noktada “insan olmak” konusu aklıma geliyor. Yoğun duygularla uyandığım bir sabahta, geceden sosyal medyada ve haberlerde dönüp dolaşan bilgilerle, görüntülerle, yakıcı gerçeklerle doluyum. İnsan halleri, insanlık halleri etrafında gidip geliyorum. Gündelik işlerle dünyanın gidişatı birbirine uyum göstermiyor. Bir nebze göstermesi için bu sabah dünya için ne noktada olduğumu hızlıca gözden geçiriyorum. Uyandığım andan itibaren zihnime doluşan düşünceler içinde dünyanın hali, yapmam gereken işler, yazmam gereken bir kutlama mesajı, sormam gereken bir hal-hatır, çocuklarımın doyurmam gereken karınları, dikmem gereken sökük, sendeleyen sağlığım, içimdeki büyük yas için bir şeyler yapmak sıralanıyor, yer değiştiriyor ve aslında hepsi olduğu yerde duruyor. “İnsan olmak” diyorum kendi kendime... Bu konu, dönüp dolaşıp öne çıkıyor. İnsan olmaktan ne anladığımı, insan halimle nelerden sorumlu olduğumu, bugün neler yapabileceğimi şöyle hızlıca değerlendiriyorum. İnsan olmak üzerine biraz tefekkür ediyorum.
Milyonlarca canlı çeşidi içinde bilinçli bir varlık olarak bu dünyada bana insan olarak yaşam verilmiş. Bu dünyada yaşamam için bana bir süre tanınmış. İçine doğduğum dönem ve koşullar içinde bir hale-şekle bürünmüşüm, bugünlere bir şekilde gelmişim. Yaşam hakkında kendimce naçizane fikirlerim, tecrübem, yaşadıklarım ve yaşayacaklarım var. Bugüne kadar yüzlerce duyguyu tecrübe etmiş biri olarak bugün duygulardan hangisini merkeze alarak yeryüzünde varlık göstereceğimi düşünüyorum. Bu, benim seçimim olabilir. Bedenim ve aklımla neler yapabileceğim, elimdekilerle neler yapabileceğimi seçmek benim elimde. Bugün ‘bu kadarını’ yapabilirim, yarın ‘şu kadarını’, diğer gün ne getirir bilemem. Duygularımın esiri de olabilirim, duygularımı rehber de edinebilirim. Düşündükçe, insan olarak sahip olduğum önemli bir araca çekiliyor dikkatim, irademe…
“Neyi süreklilik içinde yapabilirim?” diye düşünüyorum. Kötülük insanlık tarihi kadar eskiyse ve sürekliyse, ben neyi sürekli halde ve canlı tutabilirim?
Kalbimden gelen cevap gecikmiyor. Niyetimi… Yapabileceklerimi yaptıktan sonra, gündelik hayata kaptırmış giderken beni çarpan bir felaket karşısında yaptığım gibi niyetimi sabit kılmaya karar veriyorum. Bu dünyanın gidişatı için iyi olanı yapmaya dair niyetimi ortaya koyuyorum. Gün akıyor, ben niyetimi koruyorum. Bir çiçeğe su verir gibi niyetimi besliyorum. Her türlüsünden “yangın” arttıkça, niyetime verdiğim suyu çoğaltıyorum. Yeryüzünde insan denilen varlıktan yayılan kötü niyetler oldukça, niyetimin hangi eylemlerle hayat bulabileceğini daha fazla düşünüyorum. Telaşım yok, biliyorum ki niyet beslenince eylemler de kendiliğinden gelişiyor. Kötülük yayıldıkça, daha etkin eylemlerde bulunmaya niyet ediyorum. Çünkü bir insan olarak biliyorum ki, aksine inananlar olsa da güç ve kontrol bende değil. Dünya bana ait değil. Ben ancak niyetimi belirleyip kendimi vakfedebilirim. Naçizane insan halimle bilinçli eylemler ortaya koyabilirim. Tamamen aciz olmadığımı hatırlayıp bana verilenleri kullanabilirim. Aklımı kullanabilirim, eylemde bulunabilirim. Varoluş hepimizden büyük. Su, gideceği yönü bilir.
YORUMLAR