Bunda yanlış bir şey yok
Bir belgesel sahnesi. Çita koşuyor, avını kovalıyor. Biz de belli bir kamera açısı yani perspektiften bunu izliyoruz. Olan bu. Bir de müzik eklenmiş prodüksiyon ekibi tarafından. O müzik adrenalin, müzik aksiyon filmi, müzik gerilim.
O müzik bizim olana eklediğimiz her şeyin temsilcisi. Dramanın ta kendisi. Olanı olduğu gibi görmemizin önündeki perde.
Avlanma sahnesi = Acı veren bir gerçek. Nam-ı diğer (kalbe saplanan) birinci ok.
Eklenen müzik yani drama = Acı veren gerçeğin olduğu gerçeğine acılanmak. Nam-ı diğer ikinci ok. Örnek: Üzüldüğüne üzülmek, öfkenden utanmak, başına gelen felaket için kendine acımak.
Şefkat ve bilgelik yolunda canımız yanarken ikinci okları saplamamayı öğreniyoruz.
Peki ne oluyor ikinci oku saplamadığımızda?
“Her şey harika olacak! Bak üzülmek aslında o kadar da kötü bir şey değil.” demek isterdim, ama hayır öyle gelişmiyor olaylar.
İkinci oku saplamamak, birinci okun acısını sonuna kadar hissetme cesaretiyle mümkün hale geliyor. O acıyla sahici bir temas…
Bunun gizli ve ezoterik bir bilgi olduğunu sanmıyorum. Daha ziyade içten içe hepimizin bildiği, hayata dair sade bir gerçek: Canım yandığı için canımı ekstra yakmayı kesersem, canımı sahiden yakan şeyin gözünün içine bakmam gerekebilir.
İkinci oklar, bizi zayıflatır, ezer, örseler. Birinci oklar bizi yakar, yeniden yapar, dayanıklı ve güçlü kılar. Gerçekte olduğumuz şeyi hatırlatır: Başımıza ne gelmiş olursa olsun örselenemez doğamızı. Hissetmeye izin verebildiğimiz acılar, işte o doğamıza açılan kapılar!
İkinci okların acıları bizi atalete, eylemsizliğe, tembelliğe, fasit dairelere, pişmanlığa mahkum eder. Birinci okların sahici acılarına bakma cesareti ise çiçeğiyle gelir. O çiçek önce harekete geçmenin, motivasyonun, bu mümkün değilse de acıyla kalma kapasitesinin genişlemesidir.
Büyük usta Thay, ızdırabınıza bakım vermeyi öğrenirseniz ızdırap içinde büyümek için en verimli toprağınız diyor. Bizim toprakların büyükleri, “Derman arardım derdime, derdim bana derman imiş.”
Peki büyüklerimizi dinleyelim. Hadi hemen acımıza bakım verelim!
Bu göründüğü kadar yüzeysel bir iş değil.
Burada “Şu anda neye ihtiyacım var.” ve “Canım yanarken kendime nazik olmayı diliyorum.” dan ötede bir şeyler var. Bunları anlayabildiğim tüm derin manalarıyla ben de anlatıyorum ve kötü değil bilakis gerekliler. Sadece yolun sonu değil, acının bize açılması için gereken ilk adımlar bunlar. Acıyan yerlerimize sürdüğümüz bakım merhemleri ve canımız acıyor diye aldığımız ağır kesiciler.
Bakım gören acılar, bu hayattaki en büyük öğretmenlerimize dönüşüyor. Onlarla uzaya gidip dönüyor, nihayet olduğumuz yere varıyoruz. Acının ucunu ateşten bir ipin ucunu tutar gibi tutuyoruz. Cesaretimiz yettiğince ipi takibe başlıyoruz. O ateşten iple varoluşun kuyusuna iniyoruz.Yolda acının doğasına bakmak oluyor işimiz gücümüz. Ortaya çıkaran koşullara, geçiciliğine, kaçınılmazlığına, köklerine…
Derine derine gittikçe o ipin koca bir dokumanın parçası olduğuna ayılıyoruz. Kısmetse, dokumanın boyutunu idrak etmeye başlıyoruz. Naomi Shibab Nye’ ın Şefkat şiirinde nefis tanımladığı gibi: *
“İçindeki en derin şey olarak bilmeden şefkati,
Kederin de diğer en derin şey olduğunu bilmelisin.
Kederle uyanmalısın.
Keder konuşmalısın
ta ki sesin
Tüm kederlerin ipinin ucunu yakalayana
Ve sen dokumanın boyutunu idrak edene kadar.”
O dokuma insan olmanın kaderi. Ortak kaderimiz. Tüm can yanmalarımız bir bakıma o dokumayı idrak etmek için, diyesim geliyor.
İşte bahsettiğim bu anlayış, beraberinde “Bunda yanlış bir şey yok” la geldi bana. Canım yanarken bunda yanlış bir şey yok diyebilmek, “Oh be, canımın yanması ne de keyifli.” demek değil. Başıma geleni idrak etmediğim polyannacı bir yerden söylenmiyor. Bu, başka birinin bize dikte ederek öğretebileceği, ya da bizim birileri acı çekerken kullanacağımız kalpsiz bir ifade de değil.
Bunda yanlış bir şey yok,
“burası nasıl bir dünya olmalıydı?” ya dair,
- insan olarak minnaklığımızı idrak ettiysek, hadsizce ve çocukça, ve anlaşılabilir diyebileceğimiz –
ne idüğü belirsiz fikir ve fantezilerimizi
bırakmaya razı olmaktan başka çaremiz olmadığını görüp,
buranın nasıl bir dünya olduğuna,
sahiden merak ederek
derin derin bakmak.
“Bunda yanlış bir şey yok” fantezi dünyasından gerçeğe uyanırken açılan kapılardan birinin şifresi gibi bana. Şifre ne gizli, ne bir küçük zümreye has. Sadece o kadar gözümüzün önünde ki, göremiyoruz. Canımız sağ olsun, yüksek ihtimal bunda da yanlış bir şey yok.
*Şiirin orijinal ismi: Kindness. Türkçe çeviri: Filiz Telek.
YORUMLAR