Ege bereketi…
En son kıymetli bir büyüğü ebediyete uğurlamak için gittim İzmir’e… Keşke başka bir nedenle gitseydim ama biz o gün güzel bir insanı uğurlarken güzel bir topraktan geçtik. İşte bu duyguyu paylaşmak isterim… Okuyacaklarınız bir İzmir serenadıdır…
Eşim ve bizimle aynı veda görevi için İstanbul’dan İzmir’e gelen arkadaşlarımız, nasıl olduysa o gün girdaplı şehrimize geri dönmek için bir telaş içinde olmadık. Camii sonrası güneşin gülümsemeyi esirgemediği bir aralık günü Kordon’da yürümekle başladık şehir turumuza.
İlk durak bence İzmir’in tartışmasız en iyi balık restoranı Deniz oldu…Şehirlerin şansıdır böyle mekanlar… Hep aynı kaliteyi, hep aynı lezzeti yakalayabildiğiniz, senelerdir aynı yüzlerle size servis veren kaç tane müessese kaldı bilmiyorum. Hiç unutmuyorum tam 18 sene önceydi, İzmir’li eşimin anne ve babasıyla tanıştığım gün beni Deniz Restoran’a götürmüşlerdi. O gün bu gün Deniz Restoran’ın trançasını ve mısır ekmeğini unutamam.
Yine aynı beğeni ve İzmir’e dair hiç değişmeyen sevgimizle, ısıtıcılarla da olsa, asla sigara içmek için değil ama özlediğimiz denize daha yakın olabilmek için, dışarıdaki bir masaya oturduk. İzmir’de yaşayan çok sevgili dostlarımız da var yanımızda. Onlar bu güzel şehirde ayrıcalıklı bir hayat yaşadıklarının farkındalar ve bizlerle de bunu paylaşmak istiyorlar. Leziz balıkların yanı sıra, Ege’nin otlarından ısırgan otu, ebe gümeci ve şevketi bostanla hazırlanmış tatları ısrarla bize tattırıyorlar. Ben masadan tadına doyamadığım şevketi bostanı nereden bulup alabilirim ve İstanbul’a götürebilirim hayaliyle kalkıyorum ve bu özel ve topraktan kökleriyle beraber toplanması zahmetli İzmir otuyla tanıştığım için çok ama çok heyecanlanıyorum.
Deniz Restoran sonrası rotamız, Arkas Sanat Koleksiyonu’nu görmek üzere, Fransız Konsolosluğu’nun binası oluyor. Arkas Holding İzmir’in bu sembol binasını hem restore ederek hem de bir bölümünü sanat galerisine çevirerek çok önemli bir görev üstlenmiş. Galeri ve sergilenen Lucien Arkas’ın özel koleksiyonuna ait tablolar o kadar etkileyici ve her şey o kadar özenli ki ben bir Büyükadalı olarak Büyükada’nın en güzel ahşap yapılarından biri olan Jon Paşa Köşkü'nün kısa bir zaman önce Lucien Arkas tarafından satın alınmış olmasına çok seviniyorum ve köşkün ne kadar doğru bir elde olduğunu düşünerek huzur buluyorum.
Huzur, İzmir’de olunca kolaylıkla buluyor insanı galiba. Belki de bu duygu Ege’li olmakla ilintili daha çok. Ege daha çok sahiplenilmiş gibi geliyor bana, daha mı çok seviyor buranın insanı şehirlerini? Daha mı çok vakitleri var ya da? Yüzümüze baktıkları gibi, gönlümüzü okudukları gibi daha mı çok içtenler?
“Ege’nin toprağı çekiyor insanı” diyor eşim güzel İzmir günümüzün son tablosu Urla’nın insanı alıp götüren manzarasına baktıkça… Doğru, çekiyor, çünkü Ege hala başı boş değil gibi, Ege’de Egeliler yaşıyor gibi ve sanki evlerinde, tanıdıkları, bildikleri, korumak istedikleri topraklarda yaşamanın dikkati, sevgisi ve özeni var hayatlarında.
İzmirli dostlar eşimin İzmirli babasına gitgide daha çok benzediğini söylüyorlar, Muğlalı annesinden de çok şey var onda. Ben bir Ege geliniyim anlayacağınız ve bu toprakların beni de çektiğini itiraf etmeliyim.
Dönüş uçağımızda “Ne çok şey yaptık bir günde” diye düşünüyoruz…Buna Ege’nin bereketi mi demeliyiz yoksa hepimizin hayal edip yapamadığı ve hep ihmal ettiği, hayatın içinde alınan bir günlük molanın buruk sefası mı?
>>Kütük pasta tarifi için lütfen tıklayın...
YORUMLAR