Aşk hastalıktır...
Romantizm isteğiyle yanıp tutuşmak, romantik akşamlar ve mum ışığı kombinasyonunu beklemek ve ümit etmekle geçen zamanlarımız var. Neden böyle bir beklenti içindeyiz? Neden karşı cinsten olmadık yerde sevgi sözcükleri mırıldanmasını bekliyoruz, gece saçı seven adam daha mı değerli oluyor? Ya da kendinizi iyi hissettirecek birkaç söz duymak mı tüm mutluluğun kaynağı?
Melankoli içinde bir beklenti bu aslında. Romantizm… Küçük yaşlardan beri Şeker Kız Candy’nin karşı cinse beslediği aşkı izleyen bir nesil var karşınızda. İpek Ongun kitaplarının elden ele dolaşmasıyla kendini ifade eden ve sevgiyi bu şekilde ölçütleyen kadınlar topluluğu. Dramatik aşklara bile hastalıktan ziyade “aşk” olarak bakmaya devam eden ve kendi hayatında olmasını ümit eden kadınlar her gün sokaklarda aşk arıyor aynen adamlar gibi.
Tek sorun aşk bulmakmış gibi işimizi gücümüzü bırakıp peşine düşüyoruz anlatılmış, vaat edilmiş hikayelerin. Herkesin isteği bambaşka, biri diyor ki” Bu kadar zor mu? Bırak işte mutlu olalım. Neden bu denli yoruluyoruz?” Diğerinden gelen soru şu: ”Nedenini bilmiyorum sürekli gidiyor. Her gittiğinde ben kalıyorum. Bu kadar zor mu?” Bir kadın toplantısından alıntılar bunlar. Hiçbiri demedi: “Çok mutlu bir ilişkim var ve aşk harika bir şey!” Yıllardır görmediğim bir arkadaşım masaya oturdu ve “Evet, anlat” dedik. İlk sözcükleri uzun süren ilişkisinin bittiği ve şimdi yeni birine aşık olmak üzere olduğu yönünde açıklamalardan ibaretti. O anda kadehler kalktı. Ve arkadaşımıza "büyük geçmiş olsun" dileklerimizi sunduk. Geçmiş olsun. Aşk büyük bir hastalıktır. Kimyasal dev gibi bir hastalık. Öyle bir hastalık ki bu; aşık olan kişiyi aciz, güçsüz, çaresiz ve mantığını tamamen yok eden bir virüs gibi. Öğretilenler nedeniyle güzel sanılan fakat hiçbir hikayede mutlu sona ulaşılmayan büyük bir hastalık.
İzlediğimiz diziler, filmler, kitaplar, müzikler… Etrafınıza şöyle bir bakın. Her şey aşkı satmak için canla başla uğraşıyor. Dünya ise aşık olmayı bırakın aşk duygusundan tiksinenler için fazla aşk dolu! Fazla sevgili.
Aşk filmlerinde anlatılan tüm hikayeler (kült filmlerden bahsediyorum) hüzünlü bir şekilde sonuçlanıyor. Ağlamalı filmler gişe rekorları kırıyor, iki insan çok mutluysa bunu aralarındaki uyuma yormak yerine “Çok aşıklar, delicesine seviyorlar birbirlerini” gibi kıssadan hisseyle özetliyorlar durumu.
Düşünün ki aşk için yazılmış en güzel eserler bile dramatik bitiyor. Shakespeare'in ünlü eserinin başrol oyuncuları Romeo ve Juliet’e bakalım; yanlış anlaşılmadan kaynaklı bir şekilde Romeo sevgilisine kavuşamadan hoooppp ölüyor. Aşıklar aşığı Mecnun: Leyla’sına “yine” ulaşamadan kendini çöllere vuruyor ve sonuç: Leyla ölür. Ardından Mecnun ölür. Ferhat’la Şirin: dramatik bir ölüm daha… Çünkü aşk anlatılanlara göre ızdıraplı olmalı, sıkıntılı olmalı. Tüm bunları bile bile isteye isteye aşık olmaya dört nala koşmak neden? İyi bir duygu hali değil işte. Besbelli ortada. Çok gerekliymiş gibi elinizi attığınız her şeyin altından aşk, sevgi çıkıyor. Neyini seveyim şimdi? Biri diyor ki: “Ben sevgilime çok aşığım ama ondan kaynaklanan bir şekilde ayrılıyoruz. Tam olarak nedenini de bilmiyorum.” Diğeri anlatıyor: “Sevgilimi aylardır görmedim ama artık eminim deli gibi aşığım ona!” Yahu bu nasıl bir sevgi?! Bu nasıl bir ruh hali?! Güzel mi şimdi aşk? Çok mu şekerli, çok mu minnoş? Gördüğüm ve yaşadığım kadarıyla gerçekten midede kelebekler uçmasına neden olan bir his. Gerçekten midenizde kelebekler uçtuğunu hayal edin. Ben diyeyim 20 siz deyin 50 kelebek o midede uçuyor!
Müthiş bir hazımsızlık ve rahatsızlık hissi. Midede kelebek varken rahat hareket edilemez a dostlar. Mide az doluysa rahatça eğlenebilirsin, gezebilirsin, yemek yiyebilirsin, dans edebilirsin, dilediğince kahkaha atabilirsin. Ama 50 kelebek varsa o mide ağrır! Sonunda ya kelebekler ölür ya da mide kramplarından sen ölürsün. Aşık olanlara büyük geçmiş olsun. Olmayanlar ne mutlu sizlere…
YORUMLAR