Pazartesi notu
Nefesimi keşfetmeye başladığım günlerdeyim. İçten içe attığım her adıma etkisi olan kadim atalarımı iliklerime kadar hissediyorum. Her nefes aldığımda negatif düşüncelerin yok oluşunun hissiyatını ciğerlerimde, beynimde, damarlarımda, parmaklarımda dolandırıyorum.
Meditasyonun bir kitaptan öğrenilebileceğini düşünmüyorum. Evrenle bağlantı kurmayı birilerinden öğrenmek de fazlasıyla kendinden kopuk bir düşünce bana kalırsa… İnsan nasıl yaşadığı evrenin bir parçası olduğunu anlamak için metotlara ihtiyaç duyabilir?
Böyle bir düşünceyle nefesimin, vücudumun bana izin verdiği kadar meditasyon yapmaya başladım. 1,5 sene önce başlayan yolculuğumda bu güne kadar karşıma çıkanlar spiritüel ve bir o kadar gerçekti. Konunun aslının evrenden istediklerine bağlı olduğunu anladım... Yani neyi davet ettiysem ziyadesiyle, hiç aksatmadan, muntazam anlarda gerçekleşti.
Muntazam anlar konusuna gelene kadar sabırsızlığım, şüpheciliğim, geçmiş hayaletlerim ve gelecek kaygılarım peşimi bırakmadı. Ne kadar şüphe ettiysem o kadar şüpheli durum yaşadım. Ne kadar sabırsızlandıysam sabrımın sonuna geldim. Geçmiş hayaletlerim korku dolu bir film karesi gibi anlarımı yok etti. Geçmişe dönüp, hırslanmamı tetikledi. Hırsım geleceğime perde oldu. Kine kapıldım. Zihnimi sonsuz bir yola hapsettim…
Sonsuz yolların olmadığını, yolumun dümdüz, uçsuz bucaksız, çorak bir toprak yol olmadığını, zamanın sarmal olduğunu kendime defa kez hatırlattım.
Anın içine kendimi bıraktığımda daha önce hiç görmediğim bir manzara gördüm. Geçmiş yoktu. Gelecek de yoktu. An vardı. Tam şu an, bu yazıyı yazdığım an. Ve saniyenin bir salisesini kendime geri vermediğim an…
Anın içinde olduğunu anladığın an, zamanın sarmallığı saten bir çarşaf gibi ruhunu, bedenini sarıyor. Vals edercesine bu sarmala kendini bırakmak gerekli.
Bir nevi lusid rüya yaşadıklarımız. Gea City durumu “Ne istiyorsan onu olduğun, neye bakıyorsan onu gördüğün yerdesin” diyerek açıklıyor. Seviyorum bu yaklaşımı…
Bu bir Pazartesi notudur. Tüm eşrafa armağan olsun…
YORUMLAR