Gebeliğimin 21. haftası

Sabahın erken saatlerinde 09:30 uçağına yetişmek için yola çıktık. İstikamet Viyana… Bebeğimiz gelmeden önce hazır vizemiz de varken kısa bir kaçamak yapalım istedik. Yaklaşık 3 saat süren yolculuğun sonunda neşeyle bavullarımızı alıp bir tren ve bir metrodan sonra 4. bölgedeki evimize ulaşmak için ev sahibiyle buluştuk.


Çok şirin, yüksek tavanlı minnak bir stüdyo dairede kalıyoruz. Sabah erken kalkmak, uçak yolculuğu, çok kısa sürse de tren ve metro ile eve varmak beni çok yordu. Zaten klasik olarak bir önceki gece çok geç yatmıştım. Ne varsa her tatil öncesi aynı şey oluyor. İnsan heyecanlanıyor da uyuyamıyor.


Bavullarımızı eve bıraktık ve çok yorgun olsak da kendimizi dışarı atmaya karar verdik. Zaten sayılı gün geldik, evin sıcağı, biraz dinlenelim, duş alayım falan dersek hava kararacak. Zira onlar kış saatine geçtiği için iki saatlik bir fark var ve hava beş gibi kararıyor. Neyse düştük yollara. Tabii ben hazırlıklı geldim. Bu sefer inşallah üşümeden dolaşacağım.


Viyana’da ulaşım tüm Avrupa ülkelerinde olduğu gibi çok kolay. Her yerde tramvay, metro, otobüs var. Beş gün boyunca bir araç için beş dakikadan fazla beklemedik. İster yerin altından git, ister etrafını göre göre üzerinden. Tabi bu durumda bolca da “vay be işte medeniyet, biz sürünüyoruz adamlar nasıl rahat yaşıyor” geyikleri yaptık. Bir klasik; Avrupa görmüş masum Türk…


Ne yesek, nereleri gezsek?


İstanbul’da biraz araştırma yapmıştım. Nerede yemek yiyeyim, nerelere gidelim diye bir de elimizde daha önce Viyana’ya gelen arkadaşlarımızdan aldığımız önerileri listesi vardı. Listemiz elimizde havalimanından aldığımız bir şehir haritasıyla düştük yollara.


Sabahtan beri bir dolu yemek yediğim halde hala kurt gibi açtım. Eğer yorgunsan, açsan, hamileysen ve hava da buz gibiyse, o zaman uzun uzun yayılıp yemek yiyeceğimiz bir yere gidelim dedik. Cafe Landtmann ile tercihimiz oldu. Sonradan aslında şehrin merkezinde olduğunu anladığımız bu ünlü kafeyi bulmak için bayağı bir yol yürümüşüz. Neyse o kadar yürüyüşe değdi. Fiyat olarak biraz tuzlu olan bu kafede şimdiye kadar yediğim en güzel şnitzeli mideye indirdim. Kocamın frenlemesine rağmen orada oturduğumuz 3 saati çorbasından, tatlısına, kahvesine kadar deneyimledim. Viyana’ya gidecekseniz mutlaka bu kafede bir yemek yiyin derim. Her şey muhteşemdi.


Sonra orada bir arkadaşımızla buluşup belediye binasının önünde kurulan yılbaşı pazarını gezdik. Onlar sıcak şarap içtiler, bende biraz otlandım. Sıcak şaraba bayılırım. Yılbaşı pazarı demek sıcak şarap ve sosislidir benim için. İlk günler sosisli yemesem de sonradan dayanamadım ve patlattım.

Işıklar, süslemeler, kocaman bir buz pisti, çoluk çocuk, genç, yaşlı herkes mutlu ve eğleniyor. Ülkemde görmeği özlediğim bir huzur burada yer yerde… Acayip mutlu oldum. Hamile olmasaydım direkt buz pateni yapardım. Hatta şansımı biraz zorladım fakat eşim yapma, etme diyerek beni engelledi. Halbuki kıyı kıyı kayacaktım. Neyse artık başka sefere…


O akşamımızı sabahları evde kahvaltı yapmaya karar verdiğimiz için mini bir market alışverişi ile sonlandırıp evimize döndük. Ben bitmiştim, bir duş ve 21:00 gibi uyumuşum.


Diğer günlerimiz de bu huzurlu ve büyülü şehirde güzel yemekler yiyerek, sarayları, müzeleri gezerek, mutluluk, huzur ve neşeyle, bol bol sarılıp öpüşerek geçirdik. Sadece arada Instagram’a baktım. Onun dışında her türlü haber sitesi, sosyal medya, tv kanalı, gazeteden uzak durup bu tatili her şeyden uzak geçirmek istedim. Ülkemizde durumlar malum. Hazır azıcık uzaklaşmışken hiçbir şey düşünmeden gezmek en güzeliydi.


Evet çok ayaklarım ağrıdı, hava kararınca o kadar giyinmeme rağmen üşüdüm, belim ve bedenimde garip garip yerler ağrıdı ama hepsine deydi. Hamile olduğumu, bu durumun günde altı, yedi saat yürüyünce bedenimi nasıl etkilediğini de görmüş oldum. Her akşam eve gelip sıcacık duştan sonra yatağa girmek ve boş boş ertesi günü planlamak ne harikaydı.


Türkiye’de bulamadığım organik market alışverişi ve oğluma temsili birkaç kıyafet dışında öyle büyük alışverişler yapmadım. Zaten her şey bizde de var ve çok daha ucuz.


Yedik, içtik, gezdik, huzurla dolduk ta ki İstanbul’a inene kadar. Meğer Türk Hava Yolları bizi Sabiha Gökçen yerine Atatürk havalimanına indirmişte haberimiz yokmuş. İnsan bir anons yapar. Bir iki kelam eder. Özür falan diler. Hiçbir şey yok. Biz gecenin birinde, yorgun ve uykusuz babamla buluşmaya çalışıp durduk. Ve bir süre sonra onun bizi Sabiha’da beklediğini ve bizim Atatürk’e indiğimizi öğrendik. Oysa biletimiz Sabiha’yaydı. Her şeyimizi ona göre organize etmiştik. Meğer o gün yine bizim ülke karışmış. Rus büyükelçi öldürülmüş haberimiz yok. Bizim uçak dahil birkaç uçağı Sabiha yerine Atatürk’e indirmişler. Sağ olsun bindiğimiz taksi şoförü ilk açıklamayı yaptı… Dakika bir, gol bir. İki günlük huzur, mutluluk, ülke sınırlarına girdiğimiz gibi yerini stres ve gerginliğe bıraktı.


Welcome to Turkey.

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.