740 yıl olmuş...

Otel odalarını seviyorum. Yürümekten haşat olmuş ben bembeyaz çarşaflar, yastıklar, yorganların arasında en sevdiğim şehirlerden birindeyim. Buraya ikinci gelişim ve eminim daha çok kereler geleceğim.



Konya'dayım, bugün Şeb-i Arus, gönüllerin sultanının sevgilisine kavuşma günü, düğün günü. Bugün uzun bir uykudan uyanış, kalplerin aklının başına geldiği, bir mumun daha yandığı gün, bugün...


Haftalar önce kalbimden burada olmayı geçirmiştim. O zaman imkansız gibi duran bu yolculuk, tesadüfler eseri kolaylıkla gerçekleşti. Şimdi burada kendimi ait ve huzurlu hissediyorum, yani güzel zamanlar...


Konya'daki ilk durağım sabah namazıyla Şems-i Tebrizi oldu. Kalabalığı, birbiriyle yer kavgası yapan, itişip kakışan teyzeleri saymazsak çok güzel bir deneyimdi. Bundan birkaç sene önceki ilk ziyaretimde de bu türbeden oldukça etkilenmiştim. Sade ve mütevazı, aynen Şems gibi... Yaklaşık bir, iki saat sonra yorgunluktan ve uykusuzluktan patlangaça dönen bedenim, azıcık uyku diye alarm verdiğinden ve midemde çalan zilleri sağar sultan bile duyduğundan, güzel bir kahvaltı ve birkaç saatlik uyku için otele döndüm.



Uyandığımda planım Hazreti Mevlana ziyareti, tabanvayla küçük bir şehir turu, mis gibi bamya çorbası, ikindi sonrası yine Mevlana türbesindeki Gülbank duasına katılmak, sonrasında otele dönüş yapmak ve yarınki yazımı yazmaktı. Akşam yapılan kapanış seramonisini biraz fazla politik ve uzun konuşamalı bulduğum için katılmayı düşünmedim. (Şu an televizyondan görüyorum ki konuşmaları bu sene azatmışlar, oh çok da iyi olmuş.)



Otelden çıktım buz gibi havada uzun uzun yürüdüm ve sonradan fark ettim ki Hazreti Pir'in dizinin dibinden ayrılamamışım. Geçen gelişimde görülmesi gereken her yeri gezdiğim için güzel bir yemek sonrası tekrar türbeye geri döndüm ve tıklım tıklım insan dolu yerde, yerim önceden ayırtılmış gibi hop bir cumbanın içine oturdum. Tabii atletik yapımın, hoplama, zıplama, tırmanma yeteneklerimin ve diğer cumbalara oturmuş insanlardan aldığım manevi gücün yardımı olmadı değil...



Tüylerim diken diken, içim bir buruk, gözlerim dolu duayı dinledim ve huşu içinde yüzdüğüm dakikalar sonrası, huraaaa tıkış tıkış dışarı çıkış başladı. Ya biz niye böyleyiz anlamıyorum, iki dakika beklesen ölecek misin be arkadaş, illa belediye otobüsü kıvamında mı yol alacağız.



Bundan üç yıl önce Tayland'a gitmiştim ve oradaki tapınaklarda çıt çıkaramazsın, telefonun çalamaz utanırsın, insanları rahatsız edemezsin, fotoğraf çekilmesi yasaksa çekemezsin, o taptıkları koca koca heykellere doğru otururken düzgün oturmaz da ayağını azıcık uzatırsan gelir seni kibarca uyarırlar... Bizimkilerin de bugün bir piknik yapmadıkları, bir çekirdek çitlemedikleri, yer kavgası yüzünden saç saça, baş başa birbirlerine girmedikleri kaldı yada tüm gün nereye gitsem bana öyle kişiler denk geldi, aman tanrım yoksa bu benim için bir sınav mı? :)



Peki bundan ne çıkarıyoruz, ben daha "Ne olursan ol yine gel" diyecek kıvama gelmemişim ve sanırım yemem gereken birkaç fırın ekmek daha var ve kabul edelim bizim milletimiz birazcık saygısız. Ve bugünkü son sözüm, 740 yıl önce sevgilisine kavuşan, her zaman gönlümdeki Canımı bugün bir kez daha ziyaret ettim, ruhsal depoları doldurdum, dualarımı ettim ve yarın rutin hayatıma kaldığım yerden devam etmeye hazırım.





YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.