Bıraksalar doğuracağım...
Gebeliğin 38. haftası itibariyle annelerin içini kemiren “acaba bebeğim ne zaman doğacak?” sorusu, gerek aile ve mahalle baskısıyla, gerekse zırt pırt çalan telefonlardaki “aaa bebeğiniz hala doğmadı mı?” sorusuyla gün be gün artar, sinirleri bozar.
Çoğu anne, baba bebekleri en fazla 40 haftalık olduğunda doğumun gerçekleşeceğine, 40. haftayı geçiren bebeklerin dünyaya gelmekte geciktiğine inanırlar. Buna bir tek aileler değil çoğu doktorda inanır ya da işlerine öylesi geldiği için 40. haftayı geçen tüm bebekleri sezaryen ameliyatıyla dünyaya hızlı ve zamansız olarak getirirler.
Oysa bebeklerin bizler gibi tıkır tıkır işleyen saatleri, takvimleri, toplantıları, önceden ayarlanmış tatil programları yoktur. Onlar bedenleri ve ruhları bu dünyaya gelmeye tam olarak hazır olduğunda doğmaya karar verir ve doğumlarını kendileri başlatırlar.
Haziran ayında üç doğuma doula olarak destek verdim. İkisi hastane, biri ev doğumuydu. Evde doğum yapan anne ikinci bebeğini 40. haftada, hastanede doğum yapan anneler ilk bebeklerini 34 ve 41. haftalarda normal-doğal doğumla kucaklarına aldılar. Biz nasıl ölüm tarihimizi, saatimizi bilemiyorsak aynı şekilde bebeklerin birinin 34, bir diğerinin 41. haftada doğmaya karar verdiğini ve ikisinin de nasıl aynı şekilde sağlıklı olduğunu bilemiyoruz.
Altı haziranda Sevgili Seda’nın bana yolladığı mail tamda bununla ilgiliydi. 38+4 haftalık olan bebeğiyle doğuma harika bir şekilde hazırlanmış ama doktorundan aldığı sezaryen sinyalleriyle (bebeğin doğum kanalına yerleşmemiş, normal doğum yapacak kadın 100 km öteden belli olur, sen yapamazsın) söylemleriyle ne yapacağını bilemiyordu. Doktoru 40. haftasını doldurduğu günü sezaryen tarihi olarak belirlemiş, bu saatten son bebeğin doğum kanalına girmez demişti. Sanırım doktora bu tarihi belirleten en büyük etken, beş sonra izne ayrılıyor olmasıydı…
Seda’nın ikinci mailinde umutsuzluk vardı, “Bu kadar zor mu normal doğum yapmak, bebeğim doğum kanalına bu saatten sonra girmez mi, yaşadığım yerde başka özel hastane yok, bu saatten sonra beni devlet hastanesindeki bir doktor kabul eder mi” diyordu. İki kere mail yoluyla yazıştık, benim verdiğim cevapların ona umut olduğunu, karamsarlığa düştükçe yazdıklarımı okuyup ve güç aldığını yazmıştı.
Geçtiğimiz pazar yani 23 haziranda, tamda bir doğumun ortasındayken okuduğum son maili içimi mutlulukla doldurdu. 41. haftasının içinde başka bir doktora gitmiş, yeni doktoru normal doğum yapmasında bir sıkıntı olmadığını söylemiş ve aynı hafta normal doğumla bebeğini kucağına aldığını yazmıştı. Çok çok çok mutlu oldum. Bebeğiyle ona bol sütlü, uykulu, mutlu, huzurlu, sağlıklı bir yaşam diliyorum…
Daha ne yazayım bilemedim, alın size iki doktor…
Doğal doğumu destekleyen doktorlar bebeklerin tahmini doğum tarihlerine takılmazlar, anneye, bebeğe, doğaya ve doğumun doğallığına saygı gösterirler. Anneyi bebeğinin tahmini doğum tarihiyle, kilosuyla, çatı darlığıyla, kordon dolanmasıyla, bebeğin doğum kanalına girmemesiyle köşeye sıkıştırmaz, gün saydırtmazlar. Normal doğum yolunda karşılarına çıkabilecek olumsuzlukları pozitif bir dille, anneyi korkutmadan dile getirir, aileyi bilgilendirirler. 40. Hafta onlar için bir bitiş değil, başlangıçtır. Doğumun sevgi ve sabır işi olduğunu bilirler.
Doğal doğumun gurusu, suda doğum ve ev doğumları konusunda devrim yaratmış, dünyada doğum havuzlarının ve ev benzeri doğum odalarının yaratıcısı pek sevgili Dr. Michel Odent, bebeği bir ağaç meyvesine benzetiyor ve “Ağaçtaki her meyve aynı zamanda olgunlaşmaz, erken koparılan meyve lezzetsiz olur ve çabucak çürür. Bebeklerde öyle… Bazı bebekler doğmak için daha uzun bir zamana ihtiyaç duyar. Sezaryende gün önceden belirlenir, haftalara göre hesaplanan doğum tarihinde doğmayan bebek, sezaryenle zorla doğurtulur. Meyveyi dalından erken kopartmamak gerek. “ diyor.
Tüm kalbimle diliyorum ki, isteyen her anne ve baba normal doğumun heyecanını, keyfini, bebeğiyle göz göze geldiği, ona sarıldığı, hoş geldin bebeğim dediği o mucizevi dakikaların coşkusunu yaşasın…
YORUMLAR