Hayat bana güzel!
Bana diyorlar ki “Oben senin de hayatın gezmek tozmak...”
Sahi dışardan bakınca hiçbir şey yapmıyormuş gibi mi duruyorum? Acaba sinirim bozuk olduğunda, kapıları tekmelediğimde elime telefonumu alıp o an ne yaptığımı yazmam mı gerekiyor?
Ya da “Az önce ağladım, hıçkırıklarım üst kattan duyulmuşsa rezil oldum!” gibisinden bir şeyler yazmak da takipçilerimin hoşuna gideceği şeylerden midir acaba?
İnsanlar bildikleri kadarıyla yaşıyorlar ya şu dünyayı, ona çok canım sıkılıyor işte. Bu sadece beni bilmeleri meselesi değil, hayatı bilmeleri, onu anlamlandırmaları için de önemli belki de.
Hayatını oğluna ve kocasına adayan bir kadın bu yüzden daha büyük emeller peşine düşmüyor, çünkü farkında değil. Sevgilisi için dünya düzenini değiştirmeye çalışan bir aşık da farkında değil aslında. Hayat koşturması içinde o kadar yoğun günler yaşıyoruz ki, bazen ne yaşadığını anlamıyor insan. Elindeki avucundaki en önemli şeymiş gibi geliyor, gözü görmüyor. Acısı “dünyanın en kötü acısıymış”, tatlısı da “dünyanın en tatlısıymış” gibi geliyor ama aslında öyle değil işte. Herkesin hayatı kendine. Derinine indiğinizde herkesin önem verdiği şey değişiyor birden bire.
Küçük yaşlarda beni yatağa bağlayan bir hastalık geçirip bu derine inme olaylarını bir hayli abarttım. Baktım ki dünyada ne dertler var. Her gün fosur fosur sigarayla doldurulan ciğerlerin yanında, tek bir nefesi rahat alabilmek için dört gözle bekleyen insanlarla yaşadım. Her gün kulüplerde-alışveriş merkezlerinde rahatlıkla saçtığımız paraların bir kısmını eline geçirip hayatını kurtarmak için hastaneye ödeme yapmaya çalışan insanlar gördüm o dönem. Ben de biliyorum, yeni bir şey değil bu ama insan yaşayınca daha net anlıyor. Sıkıntıdan hastane odası karolarını sayarak vaktin geçmeyeceğini anladığınızda da içe dönüyorsunuz, ya da ben en azından öyle yaptım.
Dedim ki, "En büyük acı senin değil bebeğim, dünyada ne acılar var". O günden sonra başta Oscar’lık dramalar olmak üzere moral bozucu her şeyi çıkardım hayatımdan.
Diziymiş, zoraki arkadaşlıklarmış, tüm yükü attım gitti. Param mı yokmuş, dolabım mı boşmuş, dert etmedim, çünkü nefes aldığım için şükretmesini öğrendim bu sayede. Bir aşk acısını çekmemeyi öğrenemedim, o konuda da güzel geliştim sayılır. Artık ayrılıklarımda intihar planları yapmak yerine bunun bir karabasan olduğunu biliyor ve nasıl olsa geçeceğini hatırlatıyorum kendime. Hayat çok güzel bir şey çünkü. Ondan hiçbir şekilde uzaklaşmaya değmez.
Evet, artık kabul ediyorum, hayat bana güzel, çünkü sağlıklıyım. Her sabah yatağımdan huzur içinde kalkıp arka bahçemdeki çam ağaçlarına bakıp nefes almak o kadar güzel geliyor ki...
Her sabah bir ayin gibi sanki yeni günü kutsamak gibi bir şey oldu benim için. Çünkü hastalığımı ilk öğrendiğimde aynı pencereye ve aynı çam ağacına bakıp ne kadar gözyaşı döktüğümü iyi biliyorum.
Sonrasında da salona geçip tütsü yakmak, matralar söylemek gibi deliliklerim henüz yok.
Ama bana huzur veren neyse ona yönelmeyi de kolayca beceririm sanırım. Çünkü ben de hayatın anlamını çözmek için kafayı sıyırmaya başlayanlardanım.
Hayata, kariyer yapmak, para kazanmak, evlenip çoluk çocuğa karışmak, yazlık-kışlık almak, yaşlanmak ve torun sahibi olmak için geldiğini düşünenlerdenseniz, ben almayayım.
Bunlar bence hayatın sıkıcı rutinleri, herkesin başka ve daha ulvi bir amacı olmalı bu hayatta.
Bu yüzden insanlar “ne kadar eğlencelisin” dediği zaman ayrı bir mutluluğa sahip oluyorum.
Kim bilir, belki de ben de insanları eğlendirmek için gelmişimdir hayata.
Bunun için ille de sahneye çıkıp şarkı söylememe gerek yok. Belki de var!
Hatta hemen bir söz yazabilirim, durun çok içlendim bir yaz hiti patlatayım şimdi!
Şakaaa...!
YORUMLAR