Toprak ve tarım
Corona salgınından dolayı topluca evde kaldığımız şu günlerde çalışmaya daha az zaman bulabilsem de, zaman zaman kollektif acıyı en derinlerimde hissetsem de halimden büyük oranda memnunum sevgili kardeşim. Niye mi? Hep yapmak isteyip de ancak ömrümün son bir iki yılında yapmaya başlayabildiğim uğraşlarım için daha çok düşünebildiğimden, hayaller kurabildiğimden ve tüm engellere rağmen çalışmanın, toplum uğruna, birlik beraberlik uğruna çalışmanın, birlikte bir yolunu bulabileceğim bir sürü güzel insanın varlığından haberdar olduğum için... Hala yaşıyorken; gidenlerin yasını tutarak, gelecek için, sağlıklı yeni nesiller için, bir şeyler yapmaya çalışmak da mümkün. Gidenlerin yolu IŞIK, geride kalanların kalbi SABIR’la dolsun.
Biliyorum ki sen de o güzel insanlardan birisin kardeşim! Sadece “ben” demeyen, bu küresel krizle birlikte hepimizin aynı gemide olduğunu idrak etmiş o güzel CAN’lardansın. Bilincini yükseltmek için uğraşıyor, YENİ DÜNYA’yı anlamak için algıların açık, olan biteni fark ediyorsun. Her ne oluyorsa BÜTÜN’ün hayrına olduğunu anlayabilecek kadar olgun bir RUH’sun artık...Fark edelim o zaman yine!
Bu sefer TOPRAK çağırıyor BİZ’i duyuyor musun?
Toprak; bizi doğuran, doyuran, büyüten, uğruna canlar verdiğimiz en sonunda da koynuna girip sonsuzluğa karıştığımız biricik anamız...TOPRAK ANA! Pachamama! Ne kadar cömert, ne kadar sorgusuz sualsiz büyütme derdinde kendine verileni ve biz ne kadar darma duman edip yok etme derdindeyiz onu. Ne kötü bir kısır döngü...İnsanlığa yakışmayan bir çağın evlatları olarak nasıl da ihanetteyiz anamıza? İçim acıyor her çirkin beton bloğun daha önce yeşillik olan bir alana dikildiğini gördüğümde ve içim acıyor, tarım ülkesi olan yurdumun en basit tahılları bile ithal ettiğini öğrendiğimde. Atadan dededen kalmış tohumlarını bir hazine gibi özenle saklayan nesillerin yok olduğunu fark ettikçe kalbim kan ağlıyor, ağzım yediklerimden dolayı zehir kusuyor. Sırf benim değil, hepimizin...BİZ beslenmiyor adeta topluca zehirleniyoruz.
Hiçbir şeyin lezzeti çocukluğumuzdaki gibi değil ve BİZ yediğimizden içtiğimizden tat alamadıkça hayattan tat almayı da bırakıyoruz artık. Bir sürü kardeşimiz depresyonla uğraşıyor çünkü bağışıklıkları zayıflıyor. Ve bilmiyorlar ki depresyonu tetikleyen başlıca etkenlerin başında gıda eksiklikleri ve kötü beslenme de var. Bağırsaklara beslenme yoluyla alınmış parazitlerin, besin değeri düşük çöp gıdanın, depresyon yaptığına dair onlarca bilimsel makale yayınlandı. Bilinen hormonların başında gelen serotonin (mutluluk hormonu) eksikliğinin nelere yol açtığını artık herkes biliyor. Bağışıklığın, mutluluğa ne kadar bağlı olduğunu da... Bunları yazmayacağım uzun uzun.
Ne yapacağız peki?
Tarım yapmaya geri dönmemiz lazım! Hem de sadece sağlıklı beslenme, beden ve ruh sağlığı yerinde nesiller yaratma idealizminden de öte ülkece kalkınabilmek, medeniyet seviyemizi yükseltebilmek için yolumuz tarımdan geçiyor. Evet yanlış duymadınız. Tarımda başarı yakalayamamış bir ülkenin doğru sanayileşebilmesi de mümkün değil maalesef. Doğru sanayileşemeyen bir ülkede de topluma yayılmış bir yüksek bilinç seviyesinden bahsetmek de kolay değil. Sanayileşme derken korkunç üretim çarklarından, doğaya zarar veren, işçiyi ezip, patronu zengin eden eski düzenden bahsetmiyorum tabi ki...Ama şimdilik izin verin sadece küçük bir giriş yapayım. Konu derin, hem de çok…
Corona karantinalarım başlamadan hemen önce katıldığım Sencer Solakoğlu konferansında bunları detaylarıyla öğrendim sevgili kardeşim ve seninle de paylaşmak isterim. Hatta “Corona Günlerinde...” adlı yazımı yazmadan önce başlamıştım bu yazıma ama her zamanki gibi EVREN “her şeyin bir zamanı var Nihan, bekle ve ihtiyaç duyulanı yaz” dedi. Ve sonunda ben bu konuya ne yapıp edip geri dönebiliyorum, çok şükür! Çünkü anlatacak çok şeyim var. Okuyalım ki, bilgilenelim. Bilgilenelim ki üstünde yorum yapacak, yeni fikirler geliştirebilecek, innovasyon yapabilecek altyapımız oluşsun. Önce biraz konferanstan öğrendiklerimle başlayayım sonra kalbimin sesi susmaz zaten ve birlikte dinleriz…
Ne diyor Sencer bey?
Aslında çok şey söylüyor ama ben kendimce en önemlileri üzerinde durmak istiyorum ve bunları kendi düşüncelerimle sentezleyerek özetlemeye çalışacağım:
Devlet politikaları ve teşvik: Maalesef ülkemizde son yıllarda kentten köye göç ile ilgili birtakım projeler başlatılmış olmasına rağmen hali hazırda çiftçiye verilen teşvikler hala son derece yetersiz. Bu yüzden tarıma yatırım yapmak, geri dönüşleri düşünüldüğünde çok da anlamlı gözükmüyor. Oysa ki yatırım amortisman maliyeti düşük olsa yani devlet tarafından desteklenebilse çok daha fazla girişimci ve yatırımcı finansal kaygıları elimine etmiş olarak bu alana girebilir. Köylü, toprağından ayrılmayıp, çiftçilik geleneğini sürdürebilir. Şu an kimse köylerde yaşamak istemiyor ve tüm iş imkanlarının toplanmış olduğu büyük şehirlere göç hala çok büyük bir sorun. Bunun için Almanya gibi sosyal devletlerin endüstriyi tüm ülke geneline nasıl yaymış olduklarına bakmak gerekir diye düşünüyorum. Zira bu tip ülkelerde sektörler o ülkenin farklı şehirlerine yayılmış şekilde faaliyet göstermektedir ve bu bir devlet politikasıdır. Örneğin dünyanın en büyük alüminyum fuarı Düsseldorf’ta olmasa herhangibir kayda değer tarihi ya da coğrafi özelliği olmayan bu küçük Alman şehrine kim gider, hiç düşündünüz mü?
TIGEM ve köy enstitülerinin geri gelmesi:
Bu konuda 1920 ler ve 30 lardaki devlet politikalarına geri dönülmesi gerektiğini ve Atatürk’ün tarımla ilgili yaptığı konuşmaları her Türk gencinin tekrar incelemesi gerektiğini düşünüyorum. Sencer bey sayesinde haberdar oldum ve açtım okudum her bir sözü altın değerinde Adana konuşmalarını.
Ata diyor ki: “Milletimiz çok büyük acılar, mağlubiyetler, facialar görmüştür. Bütün olanlardan sonra yine bu topraklarda bulunuyorsa bunun temel sebebi şundandır: Çünkü Türk çiftçisi bir eliyle kılıcını kullanırken diğer elindeki sabanla topraktan ayrılmadı. Eğer milletimizin büyük ekseriyeti çiftçi olmasaydı, biz bugün dünya yüzünde bulunmayacaktık." Mustafa Kemal Paşa Adana’daki konuşmasını hepimizin ezbere bildiği ama nedenini niçinini pek de sorgulamadığı o anlamlı cümle ile bitirmiştir:
"Muhterem çiftçiler, sizler hepimizin babasısınız, hepimizin efendisisiniz."
Artık sorgulayalım sevgili kardeşim, o ruhu anlayalım. Ata’nın vizyonunu, vatanın her karış toprağındaki çiftçiye, köylüye verdiği önemi anlayalım. Köyde yaşayan vatandaşını medeni devletler seviyesinde, aydın yetiştirme isteğinden ortaya çıkmış köy enstitülerini inceleyelim. Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nün ne iş yaptığını, yapması gerekenleri neden yapamadığını ve daha neler yapılabileceğini... Düşünelim, araştıralım, okuyalım!
Tarımda teknoloji kullanımı: Türk çiftçisi yeni yeni teknolojiyle tanışıyor fakat hala her şey o kadar geriden geliyor ki, verimlilik bu yüzden bir türlü artmıyor. Halbuki tarımda gelişmiş ülkeler drone teknolojisiyle toprağı, hava şartlarını, ilaçlama ihtiyacı vb. analiz edip verimliliği arttırma konusunda strateji geliştiren çiftçilerle yol alıyor. Devlet yönetimimiz maalesef bilimin, bilginin değerini unutmuş bir şekilde ithalat odaklı stratejiler güdüyor ve bu bizi her geçen gün izlememiz gereken yoldan daha da çok uzaklaştırıyor.
Dünyada rekabetçi olabilmek için, teknolojiyi tarımla entegre edip bolca veri toplamalıyız. Bütün mühendisler bilir ki; ölçemezsen iyileştiremezsin! İstatistik bilgisi, analiz yeteneği, mühendislik teknolojileri tarım sektörünü parlatacak yetenek alanları...Yine Sencer beyden dinlediğime göre; Tarım 4.0 şu an çok popülermiş fakat ülkemizde çok yaygın olan bir durum burada da geçerliymiş. Herkes uzman ama uygulayan yok!
Öyleyse ne yapacağız?
İşgücü: Tarımda teknolojiyi kullanmakla beraber nitelikli iş gücü gereksinimi daha çok artacaktır. Veri toplayıp, analiz edebilen istatistikçilere, data mining ve mühendislik alanlarında eğitim görmüş binlerce öğrenciye ihtiyaç olacaktır. Bu yüzden üniversitelerin acilen tarımla ilgili bölümler açmaları ve vasıflı elemanlar yetiştirmeleri gerekmektedir. Az sayıdaki üniversitedeki tarım ekonomisi bölümlerinin ders içeriklerinin revize edilip niteliklendirilmesi ve de çağa uydurulması gerekmektedir.
Şu an ülkemizde işletme alanından mezun olan yüz binlerce öğrenci bulunmakta bunların büyük bir bölümü de işsizlikle baş etmeye çalışmaktadır. Çünkü alışılagelmiş eğilimlerle geleneksel işletmelerde iş arayan bu genç nüfusun tarımdaki iş alanlarıyla ilgili hiçbir fikri bulunmamaktadır. Genç neslin, tarım gibi bakir bir sektördeki iş gücü ihtiyacına acilen uyandırılması ve talebin arzı yaratması için elimizden gelenin yapılabilmesi gerekmektedir.
Devlet ne yapmalı?
Bu soruyu cevaplamak bana düşmez, bu konuda uzmanlar var fakat duyarlı bir vatandaş olarak, yazıyı buraya kadar okumuş herkesin az çok kafasında bir şeyler canlanıyordur. Ben biraz da bunların sesi olmak adına önemlileri yazayım:
Tarım bütçesi: Maalesef bu alanda da boşluklar bulunuyor. Doğru düzgün veri toplanamadığı için tutarlı ve hassas ölçümler, tahminlemeler yapılamıyor. Alanında kalifiye personelin iş başına gelmesiyle, bütçe yapmak gerekliliğinin devletin her birimi için geçerliliği anlaşılabilir ve bu alanda gelişmeler olabilir. Tarım bütçesinin tüm bu ölçümler ışığında genişlemesiyle belki de teşvikler ve krediler için daha anlamlı paylar ayrılabilir.
Vadeli opsiyon borsası: Avrupalı çiftçiler vadeli opsiyon borsası denilen sistem sayesinde daha yatırım yapmadan gelirini hesaplayabiliyor çünkü daha ürününü ekmeden ne kadara satabileceğini bilebiliyor. Bir nevi devlet garantisi...Çiftçi bulunduğu yerde para kazanabileceğini bilince kente göç etme gereği duymuyor. Aslında total kalkınmaya giden yol da buradan geçiyor. Refah içindeki çiftçi, köyünden göç etmezse oranın da kalkınması için gerekli talepleri yaratmaya başlayabilir. İyi kazanan çiftçiler iyi yaşamak isteyecekleri için o bölgedeki arzı yaratabilirler. Alışveriş yapmak isteyecekleri dükkanlar, sosyalleşmek isteyecekleri cafeler, restaurantlar ve daha birçok şey...Alın size Alp’lerdeki cennet köylerin neden o şekilde olduğunun, bizim köylümüzün ise neden hala tezek içerisindeki yollarda yürüdüğünün cevabı!
Yeni nesil kooperatifçilik: Bu kavram da aslında çok çok yeni değil fakat o da diğer bahsettiğim konular gibi hak ettiği yeri henüz bulamamışlardan. Gerçek bir şirket gibi yönetilerek, paydaşlara adaletli kar dağılımı yapabilme, ürünlerin pazarlama ağını sağlayabilme ve de böylece daha güvenli bir pazar yaratma konusunda çiftçinin yanında yer alacak en önemli kurumlardan. Belki de yaşadığımız şu zor günlerde doğaya dönmenin yollarını arayan, alternatif kariyer arayışında olan bilinçli yöneticiler için de harika bir potansiyel alanı.
Gıda zincirlerinde yerelleşmeye yer ayrılması: Ulusal gıda zincirlerinin cirolarının %15 ini yerel ürünlerden sağlamalarının bile Türk çiftçisinin desteklenmesinde büyük fark yaratacağını söylüyor Sencer bey. Zira Türkiye’de 190 çeşit peynir varmış, haberimiz yok! İsviçre’den çok...Kim biliyor? Kimse! Halbuki devlet politikaları yerel ürünlerin tanıtımı ve desteklenmesi konusunda düzenlense düşünün neler değişir?
Tüm bunları duyduktan sonra insan toprağına ihanette nasıl ısrar edebilir? Nasıl yer toprağında yetişebileceğini bildiği ithal mercimeği, buğdayı, mısırı? Biz şu an tohumunu Kanada’ya verdiğimiz mercimeği ithal ediyoruz. İnanabiliyor musun kardeşim? Geçtiğimiz sene 5,5 milyon ton buğdayı Ukrayna ve Italya’dan ithal etmişiz, sonra da ihraç etmişiz. Ekip biçmeyi, üretmeyi denememişiz bile! Devlet teşvik vermediği için, sübvansiyon daha mantıklı gözüktüğü için... Bu gıdada dışa bağımlı olmak demek değil mi peki? Biz buna mı layığız? Dünyada bir kuraklık olsa, yiyecek için savaşlar bile çıkabilir. Ayakta kalacak devletler; verimli tarım arazisi olan ve bunu ekip biçmeyi başarabilenler olur. Hiç istemem felaket senaryolarıyla zihnini bulandırmayı ama bolca verilen kaynakları israftır bunun adı ve ne akla ne de kalbe uygundur.
Sayılarla bil durumu; Sencer Bey’den dinlediğime göre,Türkiye’nin 200 milyon insanın tarım ihtiyacını karşılayacak potansiyeli, 200 milyar TL/yıl da ihracat potansiyeli varmış.
Söyle şimdi TOPRAK KARDEŞİM, DÜNYA CAN’IM...Bağrından çıktığın toprağa nasıl hizmet edebilirsin? Düşünmek için zamanın var, DURUYORUZ, alan açıyoruz YENİ’ye...Önce bağ kur onunla, merak etme ihtiyaç duyduğun ASİL KAN damarlarında geziyor. Bu topraklar Mezapotamya, bu topraklar KUTSAL ANADOLU, bu topraklar herkesin gözünü diktiği TÜRKİYE...Ayağa kalk ve silkelen, sahip çık vatanına! Onu gıdada dışa bağımlı bir hale getirmelerine izin verme! Savaş meydanında kanını dökmene gerek yok, çok şükür! Sahip olduğuna şükredip, kıymet vermeyi bil yeter! Nasıl kısmını artık biliyorsun…
ALTIN ÇAĞ TÜRKİYE toprakları üzerinde yükselecek, inan!
BİZ’ e inanıyor, bizimle gurur duyuyorum.
YORUMLAR