Her şey bir hiç
Evde atlattığım yangın sonrasında içimde neler değişti diye kendimi sorguladım geçen gün. Geçici olan şeylere duyduğum itibarın neredeyse tamamen yok olduğunu fark ettim. Zaten hiçbir zaman mal mülk düşkünü biri olmadım ama maddenin nasıl da birden yok olabildiğini bir kez daha fark etmek yine de derinden sarstı beni.
Hani bir söz vardır:
Güvenme güzelliğine, bir sivilce yeter
Güvenme malına, bir kıvılcım yeter…
Her şey bir anda pufff! diye yok olabiliyor, bu kadar basit. Her şeyin geçici olduğu hayatta, bir anda yok olabilen bir sürü şeye ne kadar da bağlıyız hepimiz. Gereksiz çoklukta giysimiz, ev eşyamız var. İrili ufaklı birçok “ödünç” mutlulukla fazlasıyla kaynaşıp, bütünleşiyoruz.
İki gündür giysi dolabımla haşır neşirim. Her şeye sinen is yüzünden teker teker yıkanması gereken onca giysiden küçük küçük tepeler oluşturdum yerde. Renkliler, siyahlar, beyazlar, kuru temizlemeye gönderilecekler, acil olanlar, olmayanlar, yıkandıktan sonra verilecekler. Sadece dolabın içi değil, askılar da silindi teker teker. Evlere şenlik bir durum var yani. Aksesuarlar ve takılar da ayrı bir fasıl… ki ben öyle süslü püslü biri de sayılmam. Ona rağmen…
Japon filmlerini hatırladım. Hani bembeyaz, ferah, neredeyse bomboş, içinde çok az eşyası olan odaları vardır ya onların... Öyle minimalist yaşamak mümkün mü diye düşündüm. Coğrafyaları gereği her an deprem tehlikesiyle burun buruna yaşadıkları için olsa gerek, bir anda toparlayıp evden fırlayabilecekleri kadar eşyayla yetinmeyi öğrenmişler sanırım. Bağlandıkları şeylerin sayısı az olunca, kaybetme korkuları ve acıları da az oluyordur herhalde.
Oysa çoğumuzun arzuları bitmiyor. Arzularımızı elde edince mutlu oluyoruz ve sonra da sahip olduklarımızı elimizde tutmaya, “korumaya” çabalıyoruz. Belki bir dereceye kadar da başarıyoruz bunu ama yine de tam olarak başaramıyoruz çünkü sürekli bir şeyler değişiyor. Mevsimler gibi.
Ama mevsimlerin gerçeğine alışkınız. Baharda pembe pembe çiçek açan ağaç, tüm yapraklarını döküp çırılçıplak kaldığında paniğe kapılmıyoruz, “hayatın bir gerçeği bu” diyoruz. Tuhaftır ama iş “kendi yapraklarımızı” bir anda kaybetmeye gelince, her şeyimizi yitirme fikri karşısında donakalıyoruz. Çiçekler için “Zamanı gelince yine açar nasılsa” diyoruz da kendimize ve kendi hayatımızın akışına, ritmine neden o derece güvenemiyoruz?
Vazgeçemediklerimiz neler? Tekrar başlayabilmemiz gerektiğinde bize güç veren şey ne? Ben anladım ki, içimdeki güç dışında her şey benim dışımda, hiçbir şey bana ait değil. Her şey bir hiç yani aslında. Bir varmış, bir yokmuş misali. O yüzden de fazla bağlanmamak gerek, elemek, sorgulamak, seçmek gerek. Olmazsa olmazları en aza indirgemek gerek.
Ruhumdan ve sevdiklerimden aldığım güç benim için esas olan. Koşturarak buluşmaya gittiğim ulu ağaçların, güzelim doğanın verdiği huzur esas. İçimdeki inanç, umut ve şu an aldığım nefes esas. Her şey yok olduğunda geriye kalan bendeki dinginlik sığınabildiğim tek şey. Ve sevdiklerime sarıldığımda iliklerime işleyen huzur…
Gerisi boş. Gerisi ödünç mutluluklardan ibaret koskoca bir hiç.
YORUMLAR