Zeytinler için kış lazım
Selam. Kerem 'anne' diye seslendi. Oğlumun sesine uyandım, saat 4.00. Saate baktım lakin uyumak istemiyor canım. Kafam uyutmayacak kadar ağır. Akşam görüntülü konuşurken "kekik çayı için, sesin soluğun iyice gitmiş" dedi anam ve babam. Limonlu sıcak suyla, kekikli sıcak su hazırladım. Ilımalarını bekliyorum. Yutkunmakta zorlanıyorum, şakaklarım zonkluyor ve omuzlarım kazık gibi sert. Edebiyat olması için bu durumu anlatan ifadeleri daha özenli seçmeliydim sanırım. Lakin bu yazıda edebiyat yapmak istemiyorum. "Köyde neler var neler yok, azıcık anlatın da neşelenelim" dedim babama. Bizim zeytin bahçelerimiz Milas'ın dağlarında, ormanlık alanlar içinde yer alıyor. Atalar ormana karışan delice zeytinleri aşılaya aşılaya yerli ağaçlardan oluşan bahçelere dönüştürmüş ormanı. Babamın tutkusu dağlar... Bizim isimlerimizi vermiş zeytinlerimize, her gidişinde ismimizle selamlıyor güzelleri. Koca ormanın içinde bana birbirinin aynısı görünen zeytinleri yapraklarından, gövdelerinden, dallarının sayısından tanıyor babam. Dışarıdan bakıldığında tüm insanlar da birbirine benziyor demek ki, zeytinler de bizi ayıramıyordur birbirimizden. Ama dur, babamı diğer insanlardan ayırdıklarına eminim. Çünkü babam onların toprağına doğmuş, gövdelerine yaslanmış. Her birinin yaprağındaki marazı uzaktan bile tanır. Her bahar çiçeklenen dallarını sevinçle karşılar. Mutluluklarını ve hastalıklarını paylaşır zeytinlerin.
Kerem sesleniyor. "Uyu oğlum hadi, yazı yazıyorum. Uykuya odaklan, battaniyenin sıcak koynuna bırak kendini". Ayrılmak istemiyorum masadan. Sıcak sularım da ılışmış. Bir yudum aldım, boğazımı yumuşattı; teşekkürler su, limon, kekik.
Zeytinlerin varlığı babama görünür, her bir varlığın özgünlüğünü fark edip gözlerine bakarak ifade ettiğinizde; görünmenin zemine basan sağlam ayaklarıyla tanışır o varlık. Diyelim ki insan...
"Eee babam başka neler neler var köyümüzde?" Zeytin toplama yevmiyesine gelmesi için çağrılan işçilerden birisi, "Arazinize mersedesimle gelebileceğim yol var mı?" diye sormuş. Arazi sahibi de "Gölden gelirsen gemini yanaştır, gökten gelirsen helikopterini indir, dağdan gelirsen de atv'ye bin" demiş. "Behey babam bunlar neymiş böyle" dedim. Zeytin silkeleyicinin, toplayıcının yevmiyeleri 1500 - 2500 TL arasındaymış. Araziyi ortağa verirsen kazancın yüzde seksenini kendisine istiyor, yüzde yirmisini toprak sahibine bırakıyormuş. Babamı dinlerken canım sıkıldı.
- Bu nasıl devirmiş babam böyle?
- Böyle bir devir işte bu devir.
- E neler yapmayı planlıyorsunuz şimdi?
- Annenle birlikte ağır ağır işleyeceğiz kendimiz.
(Annem ve babamın yaşları küçük değil, vücutlarına bu kadar yük yüklenmeleri canımı sıkıyor. Dağların sarp kayalıkları, kışın sırtından giydiren ayazı, silkelenecek, toplanacak tonlarca zeytin. Toplamasan zeytin küser, ata küser, gönül küser. Anacım memuriyetine devam ediyor. Babamı dağlara yalnız salmak da istemez. Kışın izinlerini zeytinler için kullanır, düşe kalka eşlik eder babama).
- "Dünyanın ahvalini çok sırtlamayın, içinizdeki muhabbeti çoğaltacak size iyi gelen ne varsa hediye edin kendinize. Dert hastası olup da bunca kötülüğün içinde başsız bırakmayın bizi" sedim. Deyiverdim işte. "E, hiç umutlu haber yok mu? Azıcık umut kuşu uçuruverin".
- Var var, yarından itibaren sıcaklık yükseliyormuş yine, kıştan evvel son yalancı bahar.
- Oh babam çok üşüdük bu günlerde, sevindirdin bu haberle.
- Ama bizim için iyi değil kızım, zeytinler için kış lazım.
Saat beş oldu, kıvrılıversem mi yatağa. Bu yazı burada kalırsa burada kalır. Zeytinler için kış lazım, deyince kalıverdim burada. Daha ne yazayım işte bu cümlenin üstüne. Saklan, dinlen, üşü, sen kışı yaşa, kış senin meyvelerini olgunlaştırsın. Bu sene kıştan korkuyordum. İçimdeki küçük kız çocuğu kışın getireceklerinin korkusuyla saklanıvermişti içime. Korku ve güvensizlik sesimin bir anda kısılmasına sebep oldu. Okuldaydım. Öğretmenler odasında oturuyordum. Telefonuma bir mail geldi. Dünyanın kötülüklerini bir bir sıralamış bu dikkat dikkat maili, içimdeki varlığından haberim dahi olmayan bir düğmeye bastı ve bir anda tüm yaşam enerjim bedenimden çekildi. Adeta bedenimde duran canım bedenimden ayrıldı ve cansız bir bedenin et ve kemikten ibaret olduğunu gösterdi bana. Muhabbet ve güven frekansından korkunun ve güvensizliğin frekansına düşüverdim. Bir öğretmen arkadaşımın yanına sokuldum. "Korkuyorum, bana sarılır mısın?" dedim. Kulağıma fısıldadı arkadaşım, "Işıkta kal Necibe. Güvendesin ışıkta kal."
Kerem seslendi yine. Baş ucuna vardım. "Kolun?" dedi uykulu sesiyle uykusunun arasında. Sağ kolumun üzerinde bir et beni var. Orayla oynarken sakinleşiyor. Bazen babası ona sarıldığında babasının kolunda bir et beni arıyor. Bedenimizde kusur sandığımız, ruhumuzda kusur sandığımız hangi yanlarımız bir başka can için elzem acaba? Kerem koluma dokununca uyuyakaldı hemen. Kolumda da bir düğme var, dokununca dokunana huzur veriyor. Oğlumun yanındayken bu yazı üzerine düşünmeye devam ettim. Kendimle bir konuşmam oldu. "Bak güzel kardeşim, İsrail Filistin'i bombalamaya başladığında senin için de bir savaş meydanıydı. Huzurda, şefkatte, sevgide konuşan hangi parçan varsa içinde yargıların ve sana ait olmayan sesler tarafından bombalanıyordu. İçindeki farklı yaştan kadınlarını, elindeki baltasıyla parçalara bölen umut kasapları esir almıştı. İşte bu esaret ve içsel savaş içinde aynaya bakıp bir karar verdin. Sevginin, muhabbetin, barışın frekansına ulaşmak için kendi içsel barışının sorumluluğunu aldın. Günden güne bir şifacı gibi, bir simyacı gibi davrandın kendine ve iyileşmeye; barışın dilini konuşmaya, barışın dilini konuşanların muhabbettini içmeye söz verdin. Lakin bu bir yanıyla yalancı baharmış. Şimdi kışı; savaşın ve barışın, karanlığın ve aydınlığın dengesiyle geçirme zamanı.
Maltepe'de sabah başlıyor. Kabanımı elbise dolabından çıkartayım, günaydın.
YORUMLAR