Doğum
Saat 01.48, çarşambayı perşembeye bağlayan gecenin içindeyiz. İç Anadolu'nun araştırma hastanelerinden birinde, bize ayrılmış olan odada doğumun ilk gecesini geçiriyoruz.
Buğday başakları sulanmış, ay çiçekleri insan boyuna varmış, gebeliğin ilk günlerinde toprağına kavuşan bahçenin ilk mahsülleri toplanmış... Doğum için her şey yerli yerindeydi ve bu sabah kırlangıçlar göğü kuşlarken isminde göğü taşıyan bir oğul dünyaya geldi. Oğul sağlıklı, annesi yorgun. Oğul, annesinin göğsüne yanağını yaslıyor. Birbirlerinin kalbinde dinleniyorlar. Dün geceye kadar tek bir bedeni paylaşıyorlardı. Annesi topraktı, evdi, güvenli bir yuvaydı. Rahmin ılık suyundan dünyanın serin havasına geçiş yaptı. Bozkırın dağ havası ciğerlerini yaktı. Kendine ait sınırlı bir alandan sonsuzluğa adım attı. Korkuya en iyi gelen şey yuvaya geri dönmektir. Oğul doğarken annesinin karnında bir yara açıldı. O yara'dan insan dünyaya geldi. Yaradan, insanı yaralardan geçirip soluk borusunu ilk nefesle yakıyor. Bu yanmayı bir tek anne göğsü dindiriyor. Annenin göğsünden akan süt, insan için bir yaşam pınarı.
Yaşam pınarının akması için insan yavrusu annesinin göğsünü emmeli. Dudakların göğüs ucuyla buluşmasıyla kadının bedeninde bulunan süt kanalları uyarılıyor ve insan yavrusunun yaşama tutunması için gerekli besini annenin bedeni üretiyor. Bir insanı ruhu, kalbi, nefesi, organlarıyla eksiksiz oluşturan insan bedeni, doğumda açılan yaralarını yenidoğan yavrunun yanağını kendi yanağında tutarak, nefesini teninde hissederek onarıyor. Ortaya çıkardığımız eserlerimizle kendi kendimizi iyileştirme hâlimizi de tıpkı doğum gibi mucize sayabiliriz.
Oğlum Kerem'in doğumundan sonra bir doğumun en başından itibaren refakat etmenin, doğuma dair anılarımı iyileştirmesine şahit oluyorum. Art arda yaşamış olduğumuz korku dolu günleri sevgiyle onarıyor bir başka yenidoğanın yaşama doğuş öyküsü. Yaşamın bir sihri bu, yaşayışımızın bir başkasının yaşamına etkisi muazzam.
Saat 4.18, uyku kapıyı çaldı. Ana oğul, ezanla birlikte derin bir uykuya daldılar. Bozkırda gün erken ağarır. Ucu bucağı görünmeyen tarlalara ve yiğitliğin timsali dağlara bakarken iç sesimi duyuyorum. İç sesime bebeğin ve annesinin nefes alışverişinden gelen huzur karışıyor. Dinlerken dinleniyorum.
"Hepimiz bir kadının doğum kanalından geçerek dünyaya ulaştık. Hepimiz uykusuz gecelerin ve kalpte bırakılan sıcaklığın müsebbibiyiz. Doğum; öncesi ve sonrasıyla hayranlığın korkuyla, güzelliğin zorlukla el ele verdiği bir süreç. Bir çılgınlık ve içten yükselen muazzam bir gücün temsili. Yenidoğanın bulunduğu odanın, onun için akan sütün ilk hâlinin kendine has bir kokusu olur. O koku insana yaşamın bu diyardan ibaret olmadığını fısıldıyor adeta. Ve cennetin insan bedeniyle bu dünyaya taşınabileceğini."
Saat 5.07, iç sesimin soruları uykumu bölüyor. "Kadın vücudu bir bebeği kendiliğinden doğurabilecek beceriye sahip iken doğum bir ameliyat hâlini nasıl aldı? Topraktan uzaklaşan, bedeninde insanın oluşmasını sağlarken normal yollarıyla doğumunu gerçekleştiremeyen kadınlığımızın üzüntüsünü yaşıyorum. Rahmin kasılıp gevşemesiyle bebeğin doğacağını anlayıp onun beslenmesini planlayabilen, bebek doğar doğmaz sütünü hazır eden bedenimiz bıçak altına yatıp bebeğin bedeninden çıkarılmasını bekler oldu. İlk bir haftada çekilen acı ve ağrının varlığını bilmek kalbimi kanatıyor. Yaşam koşullarımızın anneliğe geçiş sürecindeki kadını bıçak altına yatırmaya zorlayışının beraberinde getirdiği duygusal ve fiziki süreç, verilmesi beklenen ağır bir sınav adeta. Kalabalıklarda dahi olsan yalnız yaşanan bu süreci kucaklayabilecek bilgi ve şefkatimizin eksikliğinin hüznünü taşıyorum. Tüm bunlarla ve bunlara rağmen dünyaya insan getiren, kendisi de bir insan evladı olan, annelik şapkasını takmış kadının yaşamını el birliğiyle kolaylaştıralım. Zorluğunu paylaşalım, ferahlığını çoğaltalım. Dünyaya gelişin kapısının kadınlarımız olduğunu hatırlayalım. Bedenimizin parçalarını gerçek anlamlarıyla tanımaya ihtiyacımız var. Nasıl oluyor da unutuyoruz bir rahimde oluştuğumuzu, bir kadından doğduğumuzu ve bir zamanlar hepimizin birer bebek olduğunu.
Bir tas çorba kaynatanın, evini süpürenin, hoşaf pişirenin olacak böyle günlerde. 'Başın ağrırsa kahve yapayım, çikolatanın bitterinden vereyim.' diyecek deneyimi olacak yanında yörendekinin. 'Çocuklara ben bakayım sen bir duş al, göğsüne lahana sarayım, dut pekmezi süt yapar.' diyenin olacak. Bir insan dünyaya geldiğinde tüm insanlar seferber olacak."
Saat 6.20, yenidoğan hemşiresi bebeğin mamasını verdi, bezini değiştirdi, gazını çıkardı. Kalpten bir teşekkür ve tebessümle uğurladık hemşiremizi. Bu sefer bebişi ben uyutacağım, annesinin bedeni yorgun. Annesi bizi izlerken göz kapakları ağırlaşıyor. Ben kundağına sardığım yeğenimi dizlerimde hafif hafif sallarken yüzünü izliyorum. Bir an geliyor ve ben kendi bebekliğimi düşlüyorum. Ege'nin Çavdar Köyü'nde annem ve babamın beni battaniyeye sardıkları, birbirimize sarıldığımız bir fotoğrafımız var. Annemin uzun dalgalı saçları, babamın fırça gibi bıyıkları var. Annemin elleri incecik, babamın şefkatli bakışları üzerimde. Bu güzel kadın ve bu güzel adam evlilikleri boyunca zorlukları ve güzellikleri birlikte kucakladıklarının fotoğrafını çektirmişler doksanlı yılların en başında. Beni "Çavdar Kızı" diyerek sevdikleri zamana ait o bebeklik fotoğrafım gözlerimin önüne geliyor. Gözlerimi kapatırken anılarımın içine dalıyorum ve fotoğraftaki kolların arasından usulca çıkarıp kundağıyla birlikte dizlerime koyuyorum kendimi. Sağa sola sallıyorum dizlerimi usul usul... Sanki zamanın bir yerindeki bebekliğimi uyutuyorum. Sanki zamanın başka bir yerinde de Göktuğ ve Derya uyuyor. Biz uyurken nefeslerimizin sesi insanın içindeki canı yaşamın içine dahil ediyor. Tüm doğumların yorgun uykusunu paylaşıyoruz bir odadaki üç can. Biz paylaştıkça hafifliyor doğan ve doğuranların yorgun uykusu. Biz uyurken güneş uyanıyor ve hep birlikte odamızdaki cennetin kokusunu içimize çekiyoruz.
Tarih 10.07.2024, bugün Göktuğ doğdu.
YORUMLAR