Siyah üzüm

Rüzgarın getirdiği sesler, rüzgarın getirdiği kokular, rüzgarla birlikte gelen çocuklar.


Öyleydi. İki kız kardeştiler, bir rüzgarla gelmişlerdi. İran'dan Türkiye'ye. Onlar; Türkçe yazılan, Türkçe konuşulan sınıfımın başka dil konuşan yeni öğrencileriydi. Öğrencilerimin o siyah üzüm bakışlarını nasıl unuturum? Ben, o zamanlar Farsça bir şarkının tutkunuydum. Aynı ezgiyi hücrelerimle defalarca dinlerdim. Tutkunu olduğum ezgiler ruhumu doyururdu da ihtiyacımdan fazla gelen bir yemeğin boğazımdan geçmesine istek duymazdım. Üzüm gözler gözlerime değdiğinde bu ezgiler dolanırdı ruhumun derinlerinde. Kızların dudakları kendi dilini de konuşmazdı. Kızların dudakları konuşmazdı. Yakınında dururlarsa veya yanlarında bulunursam nefes sesleri ancak o zaman çalınırdı kulağıma. Yalnızca iyi dinleyen kulakların duyabileceği kadar cılız bir sesle alınıp verilen nefeslerin, mum ışığının solgunluğunu andıran titrekliği...


Oysa kendilerini hiç konuşmadan anlatıyordu iki kız kardeş. Dudaklar, dil, ses birer teferruattı. Siyah üzümler anlatıyordu: Yolu, yangını, özlemi, yalnızlığı, korkuyu, emeği, zindanı, gökyüzünü, kuşları, kuşların kanatlarını... Siyah üzümler insanın yüzüne bakmıyordu lakin insanı anlatıyordu dilsiz dudaksız. Kafasını kaldırıp bir baksalardı gözlerime karşılıklı konuşurdu bakışlarımız... Anlaşıldıklarını, görüldüklerini bir fark etseler belki de yerli yurtlu hissederlerdi kendilerini. Ama nasıl? Bunun bir yolu muhakkak olmalıydı.


Bir gün, bir matematik dersinin sonunda karmaşık matematik sembollerini bir kenara bıraktık. Okul paydos zilinin çalmasına bir şarkılık zaman vardı. Hücrelerimin ezberlediği ezgiyi açtım telefonumdan. Farsça sözler,n sınıfımızın içinde gezinmeye başladığı an başımı kız kardeşlere çevirdim. Şarkının ezgisi duyulur duyulmaz kızların ikisi de başını kaldırmıştı. Siyah üzüm gözleri buğulanmış, gözlerime bakıyordu. Birbirimizi gördüğümüz o vakit bir şarkılık zaman büküldü, bir çift göz derinliğinde, bir çift bakış sonsuzluğunda çoğaldı. Dilin olmadığı bu kavuşmada anlamak, anlaşmak, tanışmak vardı. Ses yoktu aramızda. Biz sese gerek kalmadan duyduk birbirimizi. Zil çaldığında yeni memleketlerinin eski evlerine uğurladım onları. Siyah üzümlere kiraz gülüşleri eklendi o gün. Gülmek insana memleket kokusunu armağan ediyor. İnsanın gülüşü bir başka insana yeryüzü oluyor bu alemde.


Kızları evlerine uğurladığım o günden sonra bir daha görüşemedik. Sonraki dersten önce onları getiren rüzgar bir daha geldi ve beni okulumdan alıp göğsü kınalı serçelerin ve çiğdem çiçeklerinin yaşadığı bir ormana götürdü. Bu başka bir hikâyenin konusu, başka bir zaman anlatılmalı.


Rüzgarın getirdiği sesler, rüzgarın getirdiği kokular, bir rüzgarın esintisinde edilen dualar.


Sabah ezanı vaktiydi. Yurdun batısında ve doğusunda iki gönül tek ses olmuş, aynı duaya amin demiştik. Dostluğun, kardeşliğin, yan yana geçecek senelerin duasına. Ben o duanın ardından ayağıma çarıklarımı giydim, o zamanlarda dişleri birbirine kavuşmayan kız çocuğunu alıp güneşin erken doğduğu topraklara götürdüm. Güneşin erkenden uyanıp erkenden uykuya çekildiği topraklarda, dişleri kavuşmayan kız çocuğunu erkenden büyümüş kız kadınlarla kavuşturdum. Yeni gelenin üzüm gözlerine bakarken ona gurbeti unutturdu kız kadınlar. Seneler içinde sarı sıcak topraklarda yürürken kimse birbirinin çarıklarını giymedi lakin yan yana giyilip yan yana çıkarıldı çarıklar. Yan yana yüründü yollar, yan yana eskidi ve zaman zaman yeniden yenilendi burunları aşınmış çarıklar. Kız kadınlar, güneş çocuklar, dişleri kavuşmaya duranlar... Herkes yan yana yürüse de kendi yolumuzda yürümeye devam ettik hepimiz. Kim kimin öğretmeniydi bilinmez. Bu da başka bir hikâyenin konusu.


Seneler geçti, dişlerim birbirine kavuştu. Çarıklarım zaman zaman çizmeye, babete, topuklu ayakkabılara dönüştü. Zaman oldu öğretmen oldum; zaman oldu anne, eş, evlat, öğrenci, dost, divane... Hepsi ben, hepsi sen, hepsi insan, hepsi hayat. Hepsi bir duanın kabul olmuşluğu. Seneler sonra anladım elbet; el ele tutuşmayı bilen avuçlar, memleketini arayan bir nefesin sesini nerede olsa tanır. Kız kardeşleri, erkek kardeşleri, bir başına olanları, kalabalıklarda yaşayanları... Her ezan vakti yeniden hatırlatır insana, insanın insana memleket olduğunu. Ve daima siyah üzüm gözleri aradı bakışlarım; yani insana insanı anlatan, dilden dudaktan azade anlatıcıları. Kimi kelimeleriyle anlatır hikâyesini, kimi ezgileriyle, kimi de siyah üzüm gözleriyle...


Rüzgar şahit.




YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Su gibi, sen gibi...
    CEVAPLA
  • Misafir Eline yüreğine sağlık güzel insan
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.