Mahrem

Anlattığım hikâyeleri üst üste koydum ve bir ilahi işitti kulaklarım: Ya Fatima, ya Fatima*...


Ve ellerim yazdı. Günahıyla sevabıyla insanın hikâyesini...

Çölde başlayıp çölde biten, rüyayla başlayıp rüyalarla devam eden...

Kurt pençesinden kadın ellerine, şu gömleğin dili olsa da kendini anlatsa dedirten...

Kuyunun, zindanın ve aşktan gelen lanetin hikâyesini yazdı ellerim.


Geceydi, derindi, sorgudaydı. Sordu:

"Sen hiç yârini ellerinle büyüttün mü? Büyüdüğünde yârin olacağını bilmeden."

"Yok", dedim. "Ben değil, Züleyha büyüttü. Yârin aynasına baka baka büyürken, onu da bir evlat gibi büyüttü. Onu, Yusuf'u. Atıldığı kuyudan gün ışığına çıkmayı bekleyen, köle pazarında satılmayı bekleyen, Züleyha'nın odasından kurtulmayı bekleyen, zindandan çıkıp hayata karışmayı bekleyen, babasını yeniden görmeyi bekleyen, beklemenin elif ba'sını iyi bilen Yusuf'u."


Sordu:

"Sen hiç ihanetten çırılçıplak kaldın mı?"

"Yok," dedim. "Ben değil, Yusuf kaldı. Bir kalp, kırılmış güvenin ağırlığından nasıl ağrırsa öyle büyük bir ağrı taşıdı Yusuf'un kalbi. Önce kardeşleri, sonra efendisi... Bu hikâye, yangından sağ çıkanların hikâyesi."


Sordu:

"Sen hiç gördüğün rüyanın izini sürmek için yola düştün mü?"

Dedim: "Evet, lakin o başka bir hikâyenin konusu."

"Öyleyse söyle anlatıcı, seni çeken nedir bu hikâyeye?"


Ve ellerim yazdı. Günahıyla sevabıyla insanın hikâyesini...

"Kardeşi Yusuf'u kıskanan kardeşler de benim, kuyuya atılan Yusuf da. Gözleri ağlamaktan körleşen Yakup da benim, gömleği parçalamadığı hâlde adı lekelenen kurt da. Delice işler işleyen Züleyha da benim, Leyla'dan geçip Mevlâ'ya varan Züleyha da. Rüyasıyla yaşama dair havadisler alan Firavun da benim, gelecekten haber getiren rüya da. Karısını bir lütufla bulan Mısır Azizi de benim, karısını hiç bulamadığını bir gömleğin yırtılışıyla anlayan Aziz de. Hikâyedeki buğdayım, kıtlığım, duayım, iffetim, vedayım; hikâyedeki yasım, aşkım, lanetim, rüyayım..."


"Bu gece, hikâyenin eşiğinden geçtin anlatıcı, dinleyicisine neler söyler bu hikâye?"

"Sev, sevmediğin her şey seni ele geçirir.** Sevme, sevgin mühürler gözlerini. Sen çölden avuç avuç kum toplarken kuraklıktan çatladı dudakların. Susadın, suyun kölesi oldun. Suyu ararken ayakların yarıldı, kanadın. Suyu ararken dostluğu, kumdan mezarlara gömdün. Ağladın, kumdan ve göz yaşından yarıldı yanakların. Ağır sınavlarla sınandın, hikâyen mahremdi, sırlayamadın.

Bu hikâye zamanında yaşandı, zamanında anlatıldı.

Şimdi yürümeye devam et dinleyici. Duy, dinle, sırla.

Sen hem sev, hem de sevme. Lakin ille de güven; yaşam her zaman kucaklayan bir anadır yolda olanı."



*



** Bu cümle Metin Kor'a ait. Bu yazıyı yazarken karşıma çıktığı için alıntılamak istedim. Kendisine selam olsun.


Yazıda bahsettiğim hikâye Yusuf ile Züleyha hikâyesidir. Kur'ân-ı Kerim'de Yusuf Suresi'nde hikâyenin ilk hâli mevcuttur. Hikâye zamanla pek çok anlatıcı tarafından anlatılmıştır. Dinlediğim ve dinlemediğim tüm anlatıcılara selam olsun.




Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Sesinden dinler gibi okudum.Yüreğim gitti anneanneme… Dizlerine yattım kelimelerin okşadı başımı.Şimdi iyiyim ☺️
    CEVAPLA
  • Misafir Harika bir yazı.
    CEVAPLA
  • Misafir Teşekkür ederim ????
    CEVAPLA
  • Misafir Sözcüklerinin sihrine bayılıyorum.
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.