Kalbin veda zamanı

“Gelen yağmur gökten inince

İçim ağlar inceden ince

Acıdan boğazımızda

Düğümler büyür

Yürü oğul yürü gidelim de buralardan

Göçe güller sermiş siyahından kervan”*


İçimin topraklarında siyah bir gül büyür, yapraklarından birkaçını toprağa bırakmıştır. Gülün toprağa değen yapraklarına bakarım, bakarken bir rüzgar eser. Rüzgar güvercinleri getirir. Güvercinler minik ayaklarıyla toprağa konar, siyah gülün yapraklarını minik gagalarının arasına kıstırır. Yaprak sıkışır, yapraktan kan damlar. Yaprak kanar, gözlerim izler. Yaprak kanar, güvercinin tüyleri siyaha çalar. Yaprak kanar, güvercin gider, kervan yola düzülür. Bir bulutun gölgesinde, toprağın çorağında yol alan kervandan bir yolcu bir duduk üfler. İşitilen ezgi; yolcuyu ağlatır, gülü ağlatır, bulutu ağlatır. Bulut, yazgısı yol ayrımlarında mühürlenmiş insana ağlar. Bulut öyle ağlar, öyle ağlar ki; toprak suyu içemez, tutamaz, bırakır. Su, toprağı yatak bilir üzerinden akar. Kervan suya teslim olur. Su akar, şimşekler çakar, rüzgar uğuldar. Tüm bunların arasında bir ana, masal anlatır. Ruha dair bir masal. Ve ruha dair bir ezgi mırıldanır dudaklarından: “yürü oğul yürü gidelim de buralardan…”


Yeryüzü beşik gibi sallanır, toprak ortadan ikiye ayrılır; insanların bir kısmını bağrına saklar toprak, diğer kısmı devam eder yolda olmaya. Yolda olanlar aynı sözü söyler durur: “ölüm gibi bir şey oldu ama ölmedik.”


Gül, dökülmeden kalan yapraklarıyla izler olanları. Bu insanlar nereye gider? Bu yazgı hangi zamanların yazgısıdır? Zamanın ruhunda yas vardır, göç vardır. Güvercin kendi göğüne uçar, ayrılığın bilgisini anlatır kendi kavmine. Buluttan akan yaş diner, bulut ayrılır insanların göğünden, vedanın bilgisini anlatır suyun kalbine. Su; aşkı, dostluğu, muhabbeti, doğumu, tutkuyu, yalnızlığı, birliği ve vedayı kaydeder hafızasına. Suyun hafızası vardır, akmayı bildiği gibi bilir sır olmayı.


Kervanın masalcısı sudan işittiklerini kendi hissettikleriyle buluşturur ve sağ kalanlara anlatır. Kimi adına “ihanet” der bu masalın, kimi “ölümsüzlük”. Herkes kendi gözleriyle görür, kendi kulaklarıyla dinler, kendi dudaklarıyla anlatır. Herkes kendi kalbiyle sever, kendi canıyla acır, kendi ruhuyla tanır. Masalcının anlattığı nar tane; her gönülde başkalaşır, ben tane olur. Bu narı kimi taşır kimi taşıyamaz, kimi anlar kimi anlayamaz; lakin her birine tesir eder insanlığın yazgısı. Artık kimse aynı insanoğlu değildir.


Yolculuğun sonunda güneş vardır; anlatılan masal kimi için güneşe uzanır; kimi de devam eder yanmaya, usanmadan. Veda edenler için geriye dönüş yoktur, masalcının masalı noktayla tamamlanmıştır.


İçimin topraklarında siyah bir gül büyür, yapraklarından birkaçı kırmızılaşır, birkaçı beyazlaşır. Kırmızı yapraklardan kına yapar kadınlar. Yol ağzında uğurlananların avuçlarına yakarlar. Beyaz yapraklardan duvak yapar kadınlar. Gelin olanların saçlarına takarlar. Yıkım kadar normaldir yeni yollar, düğünler, doğumlar, vedalar, aşklar…


İçimin topraklarında kadim bir ezgi yankılanır. Dinlemeyi bilen her insanın duyabileceği bir ezgi. İçimin topraklarında bir turna uçar, sema döne döne selam uçurur kayıp topraklara. İçimin toprakları kanla, gözyaşıyla sulanır; yine de vazgeçmez zeytinler sürgün vermekten. Deliceler içimin dağlarında yaşar; ellerimi tutar, ruhuma ruhunun şifasını üfler. Fısıldar ölümün ve ölümsüzlüğün bilgisini.


Sonra yağmur dindi, şimşekler durdu, yaşananlar yaşandı. Masal anlatıldı, kuşlar uğurlandı, sevda tamamlandı. Şimdi herkes kendi yazgısında, kendi kapısından geçer, kendi yoluna koyulur. Benim zamanımda da yolculuk vaktidir; hadi oğul yürü göçmeliyiz buralardan…


*Göç, Gülay



Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.