Yan yana, yana yana
Anlatamadığımız öykülerimiz, kavuşamadığımız canlarımız, göç edenlerimiz, terk edenlerimiz, veda edenlerimiz, kaybettiklerimiz; tutmayı bilmediğimiz yaslarımız…
Göğsümün ortasında günden güne büyüyen bir boşluk var. İçinden yel esiyor, yelin değdiği yerde bir iç yanması var; ben üşüyorum. Işıkları söndürdüm, bu karanlık böyle iyi. Bir mezar taşı gördüm, üzerine mavi bir çocuk yeleği giydirilmiş, yeleğin düğmeleri iliklenmiş; toprak bir ninni söyler, Ermenice bir ninni. Ninniyi dinliyorum, gözlerimi kapatıyorum. Bugün bayram, bugün ölülerimizin toprağına güller dikiyoruz, dallarına bülbüller konsun, ölülerimize sesini duyursun diye.
“Sesimi duyan var mı?”
Üşüyorum, vatanımdan koparılmışım gibi bir özlem var içimde; yaşamadığım acıları hissediyor yüreğim. Sen bunca acıdan geçerken ben nasıl huzurda olayım ey can? Ben, biz olursak söndürebilirim içimin yangınını. Üşüyorsun biliyorum. Bu acıya nasıl dayanılır bilmiyorum. Seni seviyorum can, seni seviyorum.
Sana yalnızca seni sana hatırlatacak bir sevgi sunabilirim. Elini tutabilirim. Dinlerim seni, sıcacık dinlerim. Gözlerine bakarım, görürüm seni; duyarım. Binbir acının binini de duyarım, duyarım seni can. Acın acımdır, yasın yasımdır, varlığından onur duyarım. Varlığından öte neyin var? Özünden, sözünden, şarkından, sıcak nefesinden, bedenini taşıyan ruhundan öte neyin var? Neyim var?
Evin neresi? Evim neresi? Evin kalbindir, evim özümdür. Bir ömür dinmeyecek bir acının denizinde yüzmeyi; birbirine yüzmeyi öğretmeyi, birbirine can simidi olmayı, el ele tutuşmayı, “buradayım” demeyi bilir özümüz. “Buradayım.”
“Ben yalnız bir adamım ev’len benimle, evim ol benim; üşüyorum” diyor masal. “Ben seni hem yazın hem de kışın sevdim” diyor şarkı. “Durma kendini hatırlat, durma kendini hatırlat” diyor şiir. “Yapraklarım yuvandır” diyor ağaç. “Sesim canandır” diyor sevgili. “Gülüşüm dünyadır” diyor evlat.
Yan yana olunca biraz ısınıyorum ey can. Şimdi kapı açıldı, oğlum geldi, sarıldı, sevindim. Senin evlat kaybının verdiği acının tarifi yoktur bende. Bir mezar taşına giydirilmiş mavi yeleği gördüğümdendir tutarım nefesimi, üşürüm. Sen de üşüdün bilirim; ısınabilmeni dilerim, ısınabilmeni dilerim.
Birbirimize sarılmaya, acırken yan yana durmaya, kuşlar meclisinin kuşları gibi Kaf Dağı’na doğru uçarken vadileri birlikte geçmeye devam edebiliriz. Uçmaktan yorulduğunda birlikte dinleniriz; aynı şiirde, aynı şarkıda, aynı masalda buluşuruz. Mümkün…
Bu defa yasım çok, sözüm az. Bu bayram yangın bayram, yakan bayram, kavuşturan bayram. Yanmak da yaşamaya dahilse, seyreyleyelim birlikte insan olmanın anlatılamayan öyküsünü.
YORUMLAR