Dilnişin vapuru nereden yüzer?
Perihan Hanım bir 08.45 vapuru tayfasıdır. Demem o ki, Perihan Hanım her sabah Büyükada İskelesi'nden Sirkeci'ye pervane döndüren "Dilnişin" vapuruna binip, İstanbul’un "Evropa" topraklarına geçer ve binlerce haberin akıp gittiği gazetesine tam zamanında yetişir.
Perihan Hanım iskeleye gelir ve Dilnişin vapuruna biner. Bazı sabahlar Dilnişin'in yerine "Tarz-ı Nevin" vapuru da gelir ama, Perihan Hanım bunun hiç de farkına varmaz. Öteki yolcular da eğer adına bakmazlarsa bindikleri vapurun değiştiğini anlamazlar.
Çünkü hem Dilnişin, hem de Tarz-ı Nevin, İskoçya Glasgow'daki “Fairfield Ship. Corp.” tezgahlarında inşa edilmişlerdir ve birbirlerinin tıpatıp aynısı vapurlardır.
Perihan Hanım’ı taşıyan Şehir Hatları vapuru salya demir eder, çarkçıbaşı istim basar, bir Sürmene bıçağı gibi çevik olan Laz çımacının palamarları çözmesiyle vapurun uskuru inceden dönmeye başlar.
Lacivert sular bembeyaz köpürür, saat tam 08.45'te yarım yolla yürümeye başlayan vapur, Haydarpaşa kerterizinde tornistan yapar ve güzelim Kızkulesini göz yaylımına alarak Sirkeci'ye doğru süzülür ki, sırtı mor menevişli kolyos kaç para?...
***
Bütün bunları İstanbul'u kasıp kavuran cehennem sıcaklarında Ortaköy'de içinde tıkılıp kaldığım taksiden denize acıklı acıklı bakarken düşünüyorum. Her zamanki gibi trafik arapsaçına dönmüş, arabaların kaplumbağalardan bir farkı kalmamış.
Oysa hemen yanıbaşımdaki deniz “ferahfeza” makamında. Üç beş çatana, iki üç aynakıç, sürat teknesi, davullu - dümbelekli "tenezzüh salapuryası", yabancı bandıralı tanker, tatlı tatlı inip çıkan balıkçı kayığı, ta karşı sahilde seyreden bir şehir hatları vapuru.
Bütün trafik bundan ibaret işte…
İstatistiklere göre, aşkımız İstanbul'da şehiriçi trafiğinin ancak yüzde 6'sı deniz yoluyla yapılıyor. Biz Asya kökenli kara adamları, denize kavuştuk ama denizi sevemedik. Korktuk denizden, ayaklarımız hep toprağa bassın istedik.
Sonuçta da bu durum çıktı ortaya işte. Belki yarım saattir hareket edemeyen taksinin içinde, oynatmaya az kalmış bir durumda oturup denize bakarken, bu suların bir zamanlar kaç tane vapuru taşıdığını düşünüyorum içimde bir yerler acıyarak...
Siz şimdiki ölmeye yatmış haline bakıp da aldanmayın. Marmara'nın bu yorgun suları çok tekne ırgalamış, çok vapur yüzdürmüştür…
Yıl 1937. Kim bilir kaç İstanbul delikanlısının yüreğine güvercin takla attırmış, kanına girmiş Denizkızı Eftalya sahnelere veda ediyor. O zamanlar Marmara sularında vapur yürütülmesinden sorumlu olan Şirket-i Hayriye onun için şanına, şöhretine layık bir “jübile” yapmaya karar veriyor.
Tam 11 vapur hazırlanıyor. Boğazın o zamanlar daha bir mavi olan sularının ortasına bir sal kuruluyor ve sal fenerlerle, çiçeklerle süsleniyor. Denizkızı Eftalya'nın hayranları ücretsiz olarak vapurlara bindirilip salın etrafına getiriliyor.
Gecenin sunucusu Hazım Körmükçü. Salda kocaman bir saz heyeti. Eftalya Hanım zeybek havalarına vurgun ya, bizim tam tekmil saz heyeti de başlıyor mu döktürmeye "Nargilemin Marpucu" zeybeğini...
Kim tutabilir ki sala doluşmuş İstanbul bıçkınlarını. Sarhoş zeybeğinin en alengirlisini oynamaya başlıyorlar. Vapurların içindekiler de çakıyorlar çakmağı ellerindeki gazlı, çıralı meşalelere.
Boğaz, vapurlar ve sal gökyüzündeki top top yıldızlarla yarışacak kadar pırıl pırıl oluyor.
Derken güzelim Eftalya sahnede beliriyor. Alkışlar, çığlıklar, nurollar, vayvillimler Boğaz sahillerini yıkıp geçiyor...
Efendim, geçenlerde Kabotaj Bayramı kutlandı. Yani iç denizlerde vapur yürütme hakkını kazanmamızın bayramı kutlandı. İşte Eftalya Hanım'a şahane bir jübile düzenlemek için hiç bir fedakarlıktan kaçınmayan Şirket-i Hayriye de o zamanların bu kabotaj hakkının sahibi olan şirket.
Bundan elli yıl öncesine kadar, Boğaz'ın karşılıklı iki yakası arasında otomobil, kamyon, kamyonet, hatta at arabası taşıyan iki araba vapuru vardı desek şaşkınlık yaratabilir ama bu gerçektir.
Şimdilerde Mümtaz Soysal Hocamızı haklı olarak kızdıracak şekilde ısrarla "arabalı vapur" diyenler, (doğrusu ‘Araba Vapuru' dur) ya da iyice “modernleştiğimiz” için feribot, hatta daha da samimi bir şekilde "feri" diyenler elbette bilemez ama "Suhulet" ile "Sahilbent" isimli iki araba vapuru bir zamanlar Boğaz'ın bir o yakasına, bir bu yakasına tırıs tırıs cevelan edip, her türlü malı taşımışlardır.
Güzelliğe bakın ki, Sahilbent ile Suhulet’in isim babaları “Vatan Şairi” Namık Kemal'dir.
Sözün kısası, sevgili Sezen Aksu'nun Melih Cevdet Anday ustanın dizelerini seslendirirken söylediği gibi, "Ada Vapuru Yandan Çarklı"dır ve bir zamanlar o vapur Marmara sularında köpük köpük yüzmüştür…
YORUMLAR