Çok acele yavaşlayın!

Daha birkaç hafta önce Arnavut kaldırımlı bir sokakta babama doğru koşarken düşüp çenemi yardım... Obi-Wan Kenobi’yle tanışalı şunun şurasında kaç gün oldu ki yani... Tom Waits’in sesinin kulaklarımda ilk çınladığı an sanki dün gibi...

Annem, annem gideli birkaç dakika ya oldu ya olmadı, acısından biliyorum...


Ancak geçenlerde Akyaka’da bir sedire uzanmış 43 yılımı 43 saniyeye sığdırırken fark ettim; 43 tane 365 gün sanki birkaç saniyede geçmişti ama Akyaka’da bir gün bitmek bilmiyordu! Uyanalı saatler olmuştu. Kahvaltı yapmış, iki gazete okumuş, internette gezinmiş, telefonla konuşmuştum ve saat hâlâ 10.47’ydi...

Lanet olası 43 yıl nasıl geçti haberim bile olmadı ama Akyaka’da bir sedirde az ötede çam ormanındaki ala kabak kuşu sanki asırlardır kulağımın dibinde ötüp duruyordu. Oysa saat 10.48 olmayı bile becerememiş zaman, 10.47’nin saniyelerini ağzında geveleyip duruyordu.

Akyaka'da zaman durmuş

Bir gününü ‘yekpare geniş bir an’ gibi yaşayan, sabah nasıl başlıyor akşam nasıl oluyor fark etmeden saniyeleri, dakikaları, saatleri yiyip bitiren bir ‘zaman oburu’ için Akyaka’daki yavaşlık cehennemin öbür adıydı... Ve hâlâ 10.47’yi gösteren saatin yelkovanı bana nanik yapıyordu. Manganelli’nin ‘Yüz Küçük Irmak’ romanında saat 8’le 9 arasına sıkışıp kalan adam gibi hissediyordum. Dört yıl önce Cittaslow (Yavaş Şehir) olan Akyaka, Azmak Nehri kıyısında salınıp duran ördeklerinden olur olmaz yerlere iki seksen uzanıp şekerleme yapan sokak köpeklerine kadar içindeki her şeyle, herkesle ‘yavaşlık’ kavramının hakkını sonuna kadar veriyordu. Eminim kendisini “...ağır tavırlı, edilgin ve uykulu bir halim vardı. Kimse beni aylaklığımdan alıkoyamıyordu...” diye tanımlayan blogger’ların atası Montaigne, Akyaka’yı görse âşık olurdu.


Yavaşlığı keşfeden kaşif

Sarah Bakewell, Montigne’i anlattığı ‘Nasıl Yaşanır ya da Bir Soruda Montaigne’in Hayatı’ kitabında büyük yazarın 20. Yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkan ‘Yavaş Hareket’ akımına muhteşem bir örnek olacağını söylüyor. Ben sedirde sağımdan soluma dönüp yüzümü 16. yüzyıl en ‘yavaş adamı’ Montaigne’den 19. yüzyılda ‘yavaşlık peşinde’ okyanuslar aşan kâşif John Franklin’e çevirirken Akyaka’da saat 10.47’de top çevirmeye devam ediyordu. Yazdığı ‘Yavaşlığın Keşfi’ romanıyla son yıllarda dünya çapında ‘trend’ olan ‘yavaş şehir’, ‘yavaş yemek’ akımlarının temelini atan Alman yazar Sten Nadolny, Franklin’in hayatı kaplumbağa hızında yaşadığını söylüyor. Bu huyu yüzünden gençliğinde herkesin alay ettiği John Franklin, Kuzey Kutbu’na vardığında hayallerindeki ‘olmayan ülkeye’ vardığını düşünmüş. Neredeyse hiçbir şeyin olmadığı, uçsuz bucaksız bir beyazlığın içinde, kimsenin bir yere yetişmek için acele etmediği, ‘harekete geçmeden önce durup düşünülen’ bir yer... Akyaka, Kuzey Kutbu olamayacak kadar sıcak ancak düşünmek için sonsuz (ya da birkaç saniye mi demeliyim) zamanınızın olduğu bir yer!

O yıllara hızla heba ettik

Montaigne’e göre yavaşlık, bilgeliğin yanı sıra, aşırılıkların ve bağnazlıkların hâkim olduğu bir dönemde dengeleyici bir unsur olarak ölçülü ruha giden yolu açıyormuş... Son iki haftadır her şeyin ‘rollercoaster’a binmiş gibi son sürat yaşandığı, değil bir saat, bir gün, onlarca yıllık birikimlerin bir anda gerisin geriye gittiği bir ülkede, sedirden bahçedeki kuzukulaklarına bakıp ‘yavaşlığın’ erdemini daha iyi anlıyorum. Son 13 yılda iğneyle kuyu kazarak gelinen ‘barış’ ortamından ‘savaş’ naralarının atılmaya başlandığı günlere ne ara geldik bilmiyorum.

Ekranlarda, sosyal medyada savaş tamtamları çalan koca koca adamlara “Yavaş dostum, biraz yavaş” demek istiyorum...


Ama işte ben burada, Akyaka’da bir sedirde uzanmış, iki civciv ve bir ala kabak kuşuyla uğraşıyorum ve saat (sanki yüzyıllardır) 10.47...


Daha Azmak’ta ördeklerle yüzeceğim, portakal ağaçlarının arasından ormana yürüyüp denize ineceğim, akşam sedire dönüp gözümü gökyüzünde ‘Büyük Ayı’ya dikerek kayan yıldızları sayacağım, sonra da ‘248 yılda ancak bir yıl yaşayabilen’ yavaş gezegen Plüton’a Montaigne’in, John Franklin’in selamını söyleyeceğim...

Tabii bu yüzyıl Akyaka’da akşam olursa...

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir "yavaşlığın keşfi"ne dönelim: nadolny'nin romanı 1990'da basılmış, hızla tükenmişti. yeni baskısı geçen yıl opm yayını olarak çıktı. okursanız çok seveceksiniz.
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.