Yavrum, kreş ve ben…

Birkaç gün öncesinden başladım anlatmaya. Akşam uyumadan önce yine anlattım. Sabah uyandığında yine... Elini yüzünü yıkarken, giyinirken yine... Kapıyı açtığımda da “Anlaştık mı?” dedim... Durdu, koşarak içeri gitti ve kucağına toplayabildiği kadar oyuncak arabayı doluşturarak geri geldi. “Orada oyuncak çok, bunları götürmeyelim” desem de, çantamın açık fermuarından itelemeye çalıştı.


O anda kafama dank etti; hiç tanımadığı bir yere gittiğini biliyordu. Hiç tanımadığı bir yere giden herkesin yaptığı gibi yanında tanıdık bir şeyler olursa kendini güvende hissedeceğini de biliyordu. “Peki” dedim, “Haklısın, bunları götürelim.”


Evden çıkarken hala anlatıyordum. Yolda yürürken de... Sonunda hedefimize ulaştık. Kapıyı açtılar. “Hoşgeldiniiiiiz” diyen bir gülen yüz bizi karşıladı. Ardından da o gülen yüz, “Hadi gel bakalım” diyerek kucağımda sıcacık duran canımı alıp içeri girdi.


Kapı yüzüme kapandığında donup kalmıştım. Çocuğumu zorla benden koparıp almışlardı. Minicik yavrum orada tek başınaydı. Ben de kapının dışında öyle biçare, öyle zavallı...


Anne olmasaydım, bunun nasıl bir duygu olduğunu asla anlamazdım!


Yeryüzündeki en kötü anne ben miyim?


Ağlaması, on altı dakika yirmi yedi saniye sürdü. Sustu. Kameradan onu izliyordum. Bulunduğu odanın içindeki hiç kimseyi sanki görmüyor, sürekli kapıya yöneliyor, açmaya çalışıyor, bir öğretmenin onu geri getirmesinden bir saniye sonra aynı hareketi tekrarlıyordu. Yeniden ağlamaya başlamasına neden olan ise, kendisi gibi bir başka çocuğun daha gelmesiydi.


“Merak etmeyin” dedi karşımda oturan kurumun sahibi pedagog, “İlk gün böyle olması normal. Bazı çocuklar ilk günler hiç ağlamaz sonra birkaç gün ağlar, bazı çocuklar ilk bir hafta boyunca ağlar. Biz buraya alışmayan çocuk görmedik. Bizim sorunumuz zaten çocuklarla değil, anne-babalarla...”


Aslında günlerdir sadece oğlumu değil, kendimi de hazırlıyordum. Sadece ona değil, kendime de anlatıyordum. Ama işte sanki onca konuşmayı yapan ben değilmişim gibi, şimdi kafamın içi bomboş!


“İstediğiniz zaman arayabilirsiniz. Gelebilirsiniz de... Size her an ne yaptığını anlatırız. İlk gün biraz zor geçebilir. Rahat olun...” diyerek beni kapıdan uğurladıklarında, kafamın içinin hala bomboş olduğunu söylememe gerek var mı bilmiyorum. Peki ya, eve gelene kadar ağladığımı...


Öğlene kadar ne okuduğumu anladım, ne yazdığımı. Yazılar arasında dolaşan sefil bir gezginden başkası değildim. Arayanlara kesik yanıtlar veriyor, söylenenleri algılamakta zorlanıyordum. İçimden hiçbir şey yapmak gelmiyordu. Sorgulamalar ve vicdan muhasebesiyle boğuşuyordum.


Doğru mu yaptım? Henüz erken miydi? Ama kendi yaşıtında arkadaşlara ihtiyacı var. Yoksa yok mu? İyi de evde çok sıkılıyor. Ben ona yetmiyorum. Biraz daha mı bekleseydim acaba? Vazgeçsem mi? Fakat çalışmam gerekiyor, işime daha fazla zaman ayırmam gerekiyor. Ya beni artık sevmezse? Ya onu istemediğimi düşünürse? Ya benden nefret ederse?


Anne olmasaydım, herhalde bunun nasıl bir duygu olduğunu anlamazdım!


Kreşte ilk gün blançosu şöyleydi: Neredeyse hiç yemek yemedi. Öğle uykusunu uyudu. Faaliyetlere pek katılmadı, daha çok etrafına bakmakla ve gezinmekle vakit geçirdi. Fatma isminde bir arkadaş edindi, ona sarıldı, saçına dokundu. Oğlum ağladığında Fatma, “Ağlama, annen gelecek” diye onu teskin etti. Onu almaya gittiğimde sakin sakin yanıma geldi. Elimi tuttu. Öğretmenine “Hoşça kal” dedi. Biraz yan yana yürüdükten sonra kucak istedi. “Nasıl geçti kreşte ilk günün?” dedim. Gülümsedi.


O gün defalarca kreşi arayıp, bilgi almıştım. Ne yaptığını adım adım öğrenmiştim. Ama oğlumun gülümsediğini görmek hepsinden daha iyi bir yanıttı benim için.


İkinci gün ise sabah mızırdanarak çıktık evden. Kreşte ilk on dakika yine ağladı. Kahvaltıda süt içti. Faaliyete katıldı. Öğle yemeğinde birkaç kaşık çorba içti. Bir dilim ekmek yedi. Öğle uykusunu uyudu. Salih isminde bir arkadaş edindi. Bisküvi yedi. Onu almaya babasıyla gittik, kapıda bizi görünce babasının kucağına atladı.


Doğru düzgün yemek yemiyor oluşuna üzülüyorum. Ama uyuması bir nebze olsun beni rahatlatıyor. Yine de kararsızım. Kreşe haftanın üç günü, tam zamanlı göndermeye karar vermiştik. Acaba bunun yerine haftanın beş günü yarı zamanlı mı göndersek? Böylece sabah kahvaltısını yapmasa bile, öğlen evde yemeğini yer.


Öte yandan kreşte uyumakta zorlanmadı, uyum sağlamasında da problem yok gibi. Üstelik sosyalleşmesi, kurallara alışması, faaliyetlere dalması, gelişmesi açısından tam zamanlı gitmesinin yararlı olduğunu söylüyorlar. Acaba haftanın beş günü tam zamanlı mı göndersek?


Hangisi daha önemli; doğru düzgün yemek yemesi mi, uyuması mı? Peki, hangimiz için alışması daha kolay olur; onun için mi, benim için mi?


Son bir soru: Sizin de başınız böyle sorularla ağrıyor mu?

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Evet bunların hepsini yaşıyoruz yaşadık da ama önemli olan bu çocuk ne hale geliyor ve bu şekilde gitmesi normal mi gerçekten bize doğru mu söylüyorlar kreş sahipleri .... Bu soruların Yada gelgitlerin cevabı nedir önemli olan bu... Bırakalım alışsın mı Yada alışırken ne yaralar açılır ????
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.