İlişkiler…
Yeni yıla girerken Deniz Bağan ile bayağı bir bağlanma modellerini konuştuk. Zamanında bu başlıkta bir yazı yazmıştım. Tıpkı Estes’in kendi “iç sesimizi” dinleme mitini yıktığı gibi insanın kendi bağlanma modelini anlamak da “Yüreğinin götürdüğü yere gitmek” klişesini kafamıza geçiriyor. Çünkü çoğu zaman kafamızın içinde kendi sesimizle konuşan o iç ses bize ait değil ve hayrımıza konuşmuyor.
“Yüreğimin götürdüğü yer batsın!”
Bağlanma modeli benim gibi kaçınmalı olan birinin yüreği onu her zaman yakınlıktan kaçınan bir yerlere götürüyor. İçinde kendinizi doğal ortamında hissettiğiniz, doğru gelen, canınızın çektiği şey çoğu zaman size tanıdık gelen bir cehennem. Kim güveli, yakın, doyurucu ilişkiler kurmak istemez? Ama kaçınmalı ya da kaygılı bağlanma modeli olan biri, güvenli bağlanma ihtimali doğan bir ilişki içine girdiğinde bu durum sevinç değil, huzursuzluk yaratabiliyor. Güvenli olan sıkıcı, yanlış hatta güvensiz geliyor! Tanıdığımız cehennemi, tanımadığımız cennete tercih ediyoruz. Yenisi kurulurken (ilişkide kalarak yaşamda kalma) mevcut (ilişkiden kaçınarak) yaşamda kalma stratejin çöküyor. Yeni ama senin için daha iyi bir bağlanma modeline geçmek. Korkutucu ve çoğu zaman kafanın içindeki ses de “Dön bebeğim” deyip duruyor. J Kaçınmalı birinin güvenli bağlanan bir ilişki kurmayı öğrenebilmesi, kendi ezberlenmiş paterninden çıkabilmesi için sizce en en en büyük yardımcı ne? Bana göre İlişkiye girdiği insanın bağlanma modelinin güvenli olması. Belki şart değil ama kuşkusuz işleri çok kolaylaştırıyor. Nilüfer Deveciligil’in dediği gibi nasıl mevcut bağlanma modelini ilişki içinde öğrendiysek, yenisini de yine bir ilişki içinde öğreniyoruz. Yüreğinizden gelmek isteyen ama sesi çok kısılmış başka sesler var, iç dünyanızda durmadan konuşan o gürültücü ses başka sesleri bastırıyor. Gerçekten kendimiz olacaksak, bu kendi olma halinin çok sesli bir koro olması gerekiyor.
Yüreğimin götürdüğü yer batsın yazısının fikri takibi olarak, karşıma şu bakış açısı çıktı:
“Kadın erkek arasındaki çekimle ilgili 2 problemli ve bağlantılı efsaneye inanmaya meyilliyiz.”
1- Çekimin %100 kontrolümüz dışında olduğuna
2- Çekimin ya var ya yok olduğuna(hiçbir gri alan olmadan)
Bayıldım bu bakış açısına! Dr. Alexandra Solomon şunları söylüyor:
“Bu inançlar bizi önemli farkları anlamaktan alıkoyuyor. Çekim enerjidir. Çekim meraktır. O bir 'hmmm' duygusudur.
Çekim, cevabı tatlı bir araştırmayı bekleyen bir sorudur.
Çekim BİZ ile ilgili olduğu kadar SEN ile de ilgilidir. Sorunun 'SEN beni cezbediyor musun?' olduğunu düşünüyoruz ama soru gerçekten 'BİZ beni cezbediyor muyuz?' olmalı.
Sen ve benim beraber yarattığımız ilişki, seninle beraberken olduğum kişi, ikimizin neyle ilgili olduğu, beni cezbediyor mu?
Şunu anlayın. Ben çekimi zorla yaratalım demiyorum. Ben size çekim hakkındaki fikirlerinizi genişletin diyorum. *Eleştirel düşünme yetinizi; kültürün, çekimi kurallara bağladığı gerçeğine davet etmek istiyorum. Kültürümüz, farklılıklarımızı bir çeşit hiyerarşiye dönüştürerek bazı vücutların diğerlerinden daha arzulanabilir olduğunu varsayar.
*Cinsel senaryolar, bize ilişkinin erkek ve dişi açışından nasıl görünmesi gerektiğine dair sınırlayıcı kurallar öğretir. (Heteroseksüel çiftlerde, erkeğin kadından uzun olması gerektiği gibi)
Kime çekilmeniz GEREKTİĞİNE boş verip, gerçekte kime çekildiğinize dikkat edin.
Esra’nın notu: Ben tabii ki bu konuda sadece kültürel kodlanmaya inanmıyorum. Ama fizyolojimizin ilkel emirleriyle de hareket etmek zorunda değiliz. Sonuçta insan sinir sistemi kültür, koşullanma ve fizyolojinin ötesinde bir var olma ihtimalini de barındırıyor.
YORUMLAR