Her oyun biraz başkasının derinlikleriyle oynar

Hayat, bir garip ilişkiler yumağıdır. Sadece insan ilişkileri için söylemiyorum bunu. Gün içinde okuduğunuz bir yazı, izlediğiniz bir oyun ve oturduğunuz bir kafe, bir bakmışsınız, kafanızın içinde birbirine karışıvermiş. Siz, gün sonunda size ne olduğunu anlamaya çalışırken bulmuşsunuz kendinizi.


Geçtiğimiz çarşamba gününe “Tanrı beni zihin sağlığından korusun!" diyerek başladım. Ludwig Wittgenstein ile ilgili, hani şu bilmem kaç maddede bilmem kim konulu yazılardan (1) birini okudum ve filozofun yukarıdaki sözünde kendimi buldum. Belki bir deli olduğum ya da bir deli olmak istediğim için. Orasını bilmiyorum.


Günün ikinci sözü yine Wittgenstein’dandı. Üstelik adı Achtung (Dikkat) (2) olan bir kafede karşıma çıkmıştı. Birkaç haftadır gitmek istediğim bir oyun vardı ve nihayet bilet almayı becerebilmiştim. Ama oyuna yaklaşık bir saat erken gittiğim için girişteki kafede bir şeyler içmek için bolca vaktim vardı. Çayımı alırken ilk gözüme çarpan şey bir kenara dizilmiş üç beş kitaptı. Böyle zamanlarda yanımdaki kitabı (3) okumak yerine bulduklarımı kurcalamayı tercih ederim. İçlerinden bir şey çıkmadığında, en azından işletme hakkında bir fikir edindiğimi düşünmek gibi bir huyum var.


Bu seferki işletme sıkı çıkmıştı. Kitaplar arasında Yan Değiniler (4) vardı. Bunu mistik bir işaret gibi falan algılamadım. En iyi ihtimalle yukarıda birileri Wittgenstein okumamı istiyordu ve benim için bir sakıncası yoktu. Salona (5) girmeden aforizmalardan oluşan kitabı neredeyse yarılamıştım ve oyun başlamadan önce aklımda kalan son söz “Başkasının derinlikleriyle oynama”ydı.


Her oyun biraz başkasının derinlikleriyle oynamaz mı? Hayır, oynamaz. Sadece oynamaya çalışır. Ama bazı oyunlar gerçekten bunu başarır. An-Blink (6) de daha ilk dakikalarında çizdiği çerçeveyle kafamda başka perdeler açmıştı. Konu görünürde aşktı. Konu zaten görünürde hep aşktır. Tabii her yüzeyselliği aşk diye niteleyeceksek. Bir de konu derinleştiğinde ortaya çıkan bir aşk vardır. Katman katmandır o. Derinliklerinizle oynar. Kim olduğunuzla ve nasıl kim olduğunuzla ilgilenir. Sizi kendinizle yüzleştirir. Hayatınızı sorgulatır. Karşınızdakini değil önce kendinizi görmenizi sağlar. Bütün bunlardan sonra hâlâ adım atacak gücünüz varsa o zaman kendini ele vermeye başlar. O da yavaş yavaş. Ancak o zaman oyunun bir yerinde erkek (7) kadına (8) “Benim canım sana soda vermek istiyor” dediğinde soda dışında aklınıza gelebilecek her şeyi düşünmeye başlarsınız. Ya da ben başlarım. Bilemiyorum işte. Belki sizde açılan perdeler bambaşka olur. Ayrıca aşkın kendini ele vermeye başlaması mutlu olacağınız anlamına gelmez. İstediğiniz kadar kendinizin ve başkasının derinlikleriyle oynayın.


Oyun bittiğinde koltukta (9) öylece kalakaldığımı söylememe gerek var mı! Bunda oyunun olduğu kadar benim de payım vardı tabii. Çünkü iyi oyunlardan sonra hissettiklerimin altında kalarak bir süre ezilmek hoşuma gider. Bunun bir iyi tarafı da ben orada ezilirken kapıdaki yoğunluğun azalmış olmasıdır.


Çıkışta doğrudan eve gidemedim. Bana ne olduğunu anlamak için yürümem gerekti. Yürüyünce de gideceğim yer bellidir. Mekânın barında arkadaşım,(10) hayırdır, dedi. Bir durgunsun. Ona hiçbir şey anlatamadım. Sadece, bir oyun, diyebildim. Bana ne kadar sıkıcı ve yalnız bir hayatım olduğunu hatırlattı. Ama acaba gerçek öyle miydi?


Ertesi gün ilk işim kitabı bir sahaftan (11) edinmek oldu.




1Kendi sitemizde başka sitelere link veremiyor olabiliriz ama bu sizin kaynağı öğrenme hakkınızı engellemez. Edebiyat Haber sitesinden "Wittgenstein’ı Sevmek İçin 50 Neden" adlı yazıya ulaşabilirsiniz.

2 Ne kadar güzel bir kafe olduğunuz ben daha içeri girerken müşterinizin bana selam vermesinden belliydi. Çay ve Wittgenstein için teşekkürler.

3 Yan Değiniler’i almaya gittiğim gün kalabalıklar içinde bir an gözüme ilişen adam Faruk Duman’dı, onu tanıdım. Top sakalının azıcık daha beyazlamış olması gözümden kaçmadı. Ama onun beni tanıması için bir neden yok. Kitabı mı? Keder Atlısı.

4 Tamam, adını duymaktan sıkıldınız artık ama çevirmenini ve yayınevini anmazsam büyük terbiyesizlik etmiş olurum. Oruç Aruoba’nın eşsiz çevirisini bir Kaybedenler Kulübü tribi olan Altıkırkbeş, tepkisizce sunar.

5 Çoğunluğunu Erdal Beşikçioğlu’nun yönettiği oyunlarla perdelerini açan Tatbikat Sahnesi, her oyunuyla alkışı hak ediyor. Oyunlar hem Ankara’da hem de İstanbul’da sahneleniyor. Kaçışınız yok, ona göre.

6 İtiraf edeyim oyunun adını An-Blink sandım ilk önce. Sonra Tatbikat Sahnesi sitesindeki afişte sadece An olduğunu gördüm. Ama yine afişin hemen yanındaki bilgilendirme yazısında An-Blink yazıyordu. Naçizane tavsiyem birinden biri kullanılsın, kafamız çok karışmasın. Oyunun yazarı da Phil Porter. Aklınızda bulunsun.

7 Televizyondan ve sinema filmlerinden tanıdığımız Ahmet Rıfat Şungar, ilk sahne deneyimiyle oyunculuğun her alanında yer alacağını gösteriyor. Kendisini zaten seviyordum. Şimdi daha bir seviyorum.

8 Sezin Akbaşoğulları’nı anlatmaya gerek yok. Yarattığı kadın karakterin dudaklarıyla konuşması, ya neresiyle konuşacaktı demeyin, izleyince anlayacaksınız, ne enteresandı öyle.

9 Döner ve diğer koltuklardan bağımsız tiyatro koltuğu olur mu? Oluyormuş ve pek rahatmış.

10 O kendini biliyor.

11 Galatasaray’da Aslıhan Pasajı’nın arka girişinde, soldaki ilk sahaf. Defalarca gitmeme rağmen ondan ilk kitabımı almam bugünlere nasipmiş. Baskısı olmayan bir kitabı edinmemi sağladığı için ona da bir teşekkür. Adını gidince öğrenirsiniz.


YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.