Herkese benden su
Sabahın körü. Kapı çok fena çalıyor. Rüya sanıyorum. Bazı kapı çalmaları tatlıdır, bilirsin mektup gelmiştir, kardeşin çorap göndermiştir, yan komşunun arkadaşı zilleri karıştırmıştır. Bu öyle değil. Kimse artık, kapıdaki zile basarken, aynı anda yumrukluyor. Türk pasaportum olduğu için aklıma ilk gelen, ‘Apartmanda biri öldü ya da ölüyor’.
Yan komşumuzun köpeği Luna’ya bir şey olmuş olabilir mi? Tüylerini kestirdiler aslan gibi köpeğin, depresyonda. Ya da alt komşumuzun oğlu askere gitti, annesi kapıya yazdırdı, ‘Denizci bir askerin annesiyim ve gururluyum’ diye, denizci oğlan izne geldi, çok durgundu, hiç konuşmuyor evden de çıkmıyor dedi annesi, kendine bir şey mi yaptı? Ya da yalnız başına oturan öbür kapı komşumuza bir şey mi oldu? O da geçen akşam çok üzgündü. Kapıda karşılaştık. Nasılsınız dedim. ‘İyi olacak bir şey var mı, biliyorsan bana da anlat’ dedi. Ben de omuzlarımı silkip, ‘Ben de bilmiyorum, Google’a mı sorsak’ dedim, güldü, ‘Onun bilmediği çok şey var’ dedi, gülmüyordu. Kapısını kapatıp içeri girdi. Ben de öyle yaptım. Mutfaklarımız bitişik, mutfak camını kaldırdım, müziğin sesini biraz açtım, Astor Piazzola çaldım ikimize, belki biraz iyi gelir diye. Sonrasını bilmiyorum. Ben o gece çok kabuslar görüyorum.
Kabusların birinde, ‘Keşkelerim’ varmış benim boy boy. Balkonda oturmuşuz arkadaşıma anlatıyorum, ‘Çok büyüdü bazıları boyumu geçti. Bazılarını gönderdim evden şimdi başka evlerin keşkeleri onlar. Bazılarıyla hala karşılaşıyorum. Bazen sokakta karşılaşıyoruz, bazen de şu Yunan meyhanesine gidince, gelip oturuyorlar karşı sandalyeye’ diye.. İlk kadehi içerken, keşkeler de neşeliymiş. Tamam diyormuşum, iyiyiz iyi, bu gece çok çeneleri düşmez. Üçüncü kadehten sonra başlıyorlarmış konuşmaya, o iki kadeh arasında Depresyonspor Ligi’ndeyiz, küme düşeceğiz.
Sonra rüyamda bir dükkanım varmış benim. Burası da matbaaymış. Kapısında yazıyor dana kadar: Keşkeler Matbaası. İçeride defterler dolusu not. Şunlar o en yakın arkadaşlarıma diyemediklerim 78 sayfa, şunlar annemle babamdan sakladıklarım 124 sayfa, öteki yüzüne gülmek zorunda kaldıklarım 96 sayfa.
Kendimden alacaklı, kendime verecekli biriyim. Kapatmışım defterleri, açılmamış defterler kapanır mı ki?
Sonra kabusumda sokaktan korkunç bir ses geliyor. Kavga çıkmış. Aa bir bakıyorum ki sakladıklarım saklamadıklarımı, söylemediklerim söylediklerimi çok fena dövüyor. Küçük bir çocuk bana bağırıyor, ‘İnsan vücudunun yüzde 70’i sudan ve kötü demlenmiş çaylardan oluşuyor ve sen buna karşı hiçbir şey yapmadın, o kötü demlenmiş çayları bile içtin, bunu geri götürün demedin. Parasını da ödedin. Çünkü hepiniz korkak, sefil, kaba insanlarsınız. Tek bildiğiniz deniz kenarında çocuklara, denize atlamayın demek!’
Uyanıyorum. Rüya değilmiş, kapı hala çalıyor. Apartman görevlileri. Alt kata bizim banyodan sular gidiyormuş. Bir tanesi elindeki çekiçle, kıracağız anlamında duvarlara vuruyor. Tek kelime İngilizce konuşmayan iki tane adamla nasıl anlaşacağım? Google Translate’e ‘keşke kırmasanız’ yazıyorum, bana cevap olarak ‘Le deseo kırmasa’ yazıyor. Yan komşu haklıymış, Google’ın bilmediği çok şey var. Sözlüğe bakıyorum tekrar. ¿Quieres agua diyorum, madem her yeri kıracaklar hepimize benden su. Ne de olsa yüzde 70’in hatrı var.
YORUMLAR