Beklemek zor
İnsan bekler, her şeyi bekler.
Telefon bekler, çaldı sanar koşar gaipten ses gelmiştir.
Mail bekler, elini F5’ten çekemez, gelmez o mail, döner şu spam mail'lere bir bakayım der, hani olmaz ya, oraya düşeceği tutmuştur, yok düşmemiş der kapatır.
Arkadaşını bekler, arkadaşı "Geleceğim" dediği saatte evinden yeni çıkar, bekleyen oturur bir kahve daha içer.
Bir iş yapar, ödemeyi bekler, "En geç aybaşında hesabına bir bak, yatmış olacak" diyen de arkadaşıdır, bakar gelmemiş, arar, "Bir aksilik olmuş da unutulmuş da en geç 15 gün içinde kusurumuza bakmayıver bu seferlik" der arkadaşı, "Yok canım ne kusuru" der.
Otobüs bekler, vapur bekler, taze ekmek çıksın diye bekler, pazarda önünde bütün domatesleri elleyen kadını bekler, çamaşır bitsin diye bekler, kurudu sandığı çorabının ucu ıslak kalmıştır kurumalarını bekler.
Beklemelerin en zoru hastane kapılarına gider, birinciliği kaptırmaz kimseye. Dünyanın en zor beklemelerinden biridir.
İçeride anan, baban, en yakın arkadaşın, en sevdiğin, Allah korusun çocuğun varsa her saniye bitersin.
O ameliyat masasındaysa sen hastanenin cafe'sinde içtiğin çaydan bir yudum değil bin yudum alsan bir şey anlamazsın. Bekledikçe değişirsin, önceliklerin değişir.
Hep bir haber beklersin.
"Yoğun bakıma alıyoruz hastamızı doktorumuz haber verecek" dendiğinde, doktorun "iyi" dediğini duymak için orada canını verirsin.
Arayıp soranlara, "Bekliyoruz" dersin. "Kaç gün daha ordasınız? Muhakkak uğrayacağız" diyenler de zaten uğramaz, sen beklersin. Sonra bir başkası arar, "Doktoru bekliyoruz" dersin, sonra bir başkalarına "Yoğun bakımdan çıkmasını bekliyoruz", "Odaya gelmesini bekliyoruz", "Hemşireyi bekliyoruz", "Hasta yemeğini bekliyoruz", "Taburcu olmasını bekliyoruz" … dersin işte.
Beklemenin anayasası hastahane kapısında yazılır.
Yan odada da bekleyenler vardır. Birinin kardeşi doğum yapacaktır, öbürünün babası by-pas'a girmiştir, ötekinin annesinin rahmi alınacaktır.
Herkes, "Ya sizinki?" der. Kısaca anlatırsın, ah vah’lar, Allah beterinden saklasınlar, çok şükür’ler bugünler içinmiş, kullana kullana bitiremezsin. O hastahane kapısında herkes doktordur, herkesin görümcesi yeni atlatmıştır, herkesin kaynı o dertten gitmiştir. Herkesin tansiyonu düşük, herkesin şekeri yüksektir. Birdenbire koşup acile kendi tansiyonunu ölçtüren de senin akrabandır, gülersin, elinde bir ilaç listesiyle gelir, "Doktor iyi seninki alçak tansiyon dedi de babacım alçak tansiyon da süründürüyor, sanki böyle dünya ayaklarımın altından çekili çekilveriyor."
Hep çalan telefonun hiç çalmamaya başlayınca, o hastahanenin cafe'sinde yeni gelenleri bakarsın. Her sohbet "Sizinki neydi?" diye başlar, "Allah kurtarsın" diye biter.
O cafe'de uzun süredir bekleyenler artık kıdemlidir, beş çay içersin üçü alınır, onların çayının açık olup olmadığını cafe'deki çocuk bilir, "Abla bugün hiçbir şey yemedin, abi nerde, gelmedi mi bugün, n’oldu test sonuçları, yeni poğaça geldi" der. O yeni gelen poğaçadan alır önüne koyar da yiyemezsin. Öyle beklersin işte.
Berkin’in annesi babası 228 gündür bekliyor. 228 gündür bir kapının önündeler.
Annesi, "O yürümezdi rüzgar gibi koşar gider gelirdi" diyor, rüzgarın oğluymuş yani, tesellisini ekliyor, "Oğlum uyutulmuyor, sadece uyanamıyor." Uyanacak çünkü, inanıyor.
Berkin 5 Ocak’ta komadayken 15 yaşına girdi, 24 Ocak’ta sınıf arkadaşları karne aldı.
Şimdi okullar sömestr tatilinde.
Sizinki –Allah uzun ömür sağlık sıhhat versin– aldı karnesini, ne yapsak da şunları oyalasak diye düşünüyorsunuz, orman yok hava pis siz de haklısınız da götürüp AVM’lerde çoluğu çocuğu taşta yürüteceğinize, belki Okmeydanı’na gidersiniz elinde karnesiyle?
Sizinkiler belki Gülsüm Hanım’ın, Sami Bey’in elini öper, Berkin’in hatrını sorar.
Öğretmenleri de okulun ilk günü, "Sömestr tatilinde ne yaptınız, bir paragraf halinde yazın" diyecek ya nasılsa, sizinkiler bari "Berkin’e gittik" desin.
İki kelime yazıp bıraksınlar, isterse kırık not versin hocası. Kalplerimiz düzelmeden, notlar düzelmez.
İyi tatiller.
YORUMLAR