Kule ben inmek istiyorum

Altı yıl öncesine kadar uçaktan korkmayan, uçağa bindikten sonra da hosteslerin acil durumlarda yapacaklarımızı anlattıkları tek bir kelimeyi dinlemeyen, kafasını vurup uyuyan bir insandım.



Sonra bir gün uçaktan deli gibi korkmaya başladım.



Kahramanmaraş’a gidiyordum.



Aklımın bir parçasını kaybettiğim o günden sonra ne zaman bir yere gidecek olsam, uçuşun bir gece öncesi hiç uyuyamadım. Uçağa alınana kadar hep şu anonsu bekledim: "Teknik bir arıza yüzünden uçuşunuz iptal edilmiştir."



Bavulu bile alanda bırakarak, eve dönmek, hemen koltuğa uzanıp, gündüz kuşağında kadınların birbirine bağırıp çağırıp sonra göbek attığı programlardan birini açmak istedim. O anons gelmedi.



Bir vakitler kaledeki Taffarel’in sakinliğindeydim, şimdi Hayrettin’im.



Altı yıl oldu. Çok korkuyorum.



Uçuş boyunca ne okuduğumdan bir şey anlıyorum, ne seyrettiğimden.



Manasız geliyor her şey. Hayatın ta kendisi.



Onlarca ülkenin, binlerce evin çatısının üzerinden uçarken, aşağıdan yükselen ses ve milyonlarca kelime aklımı durduruyor.



Faksı bile çözememişken, uçak havada nasıl kalıyor bölümüne gelemiyorum.



Ve son 3.5 aydır Türkiye’ye baktıkça kendimi hiç tekerlekleri yere vurup da, kaptanın alkışlanamayacağı bir uçakta hissediyorum. Çok endişeliyim.



Son modelmiş gibi duran uçağın içi dökülüyor. Hangara çekilmesin diye türlü rötuşlar çekiliyor.



Uçağın pilotu çok sinirli. Yanına kim gelse, bir şey diyecek olsa elini kaldırıyor.



Koordinatları kuleye sorma zahmetini göstermiyor, gökyüzünü de en iyi o biliyor, çakıldık çakılacağız. Kim hostes, kim kabin amiri, kim yardımcı pilot karışmış.



Kaptanın otomatik pilotla işi yok, kendisinin ihtişamlı bir uçuş brövesi olduğuna inanıyor. Hava boşluklarının hastası, göklerin ustası. Uçağın nereye gittiği belli değil. Uçağın burnu bir doğuya bir batıya dönüyor. Kimseden iniş izni alamadığından, yakıtı bitene kadar dolaşacak belli ki.



Mürettabın görevi arada sırada uçaktaki yolculara saçmasapan bir anons yaparak kafa karıştırmak. Başarıyorlar da. Kelime bilgileri sığ, komik de değiller.



Gözleri kulakları hep kaptanda, sürekli bir şakşak hali; "Şahane uçuyorsunuz kaptanım", "Kuleyle konuşmanıza ne gerek var, kaptanım sizden daha iyi bilecek değil ya" diyerek, kaptanın terini siliyorlar.



Yolculara bağırmak serbest. Kemerleri çözmek, tuvalete gitmek yasak. Çocuklar ağlamayacak, huzuru bozanlar uçaktan atılacak. Kaptan bağırdıkça, biri su yetiştiriyor, öbürü içerden "Yolcuları susturduk efendim" diye koşarak geliyor.



Çakıldık çakılacağız da mesele o değil.



Ezel’de Ramiz dayı bir bölümde Ali’yi alır telefona, başlar anlatmaya: "İçerdeyken avluda bir çocuk gördüm. Üzgün. Perperişan. Yanına gittim. Niye böyle üzgünsün çocuk dedim? Dayı beni öldürdüler dedi. Güldüm, çocuk dedim. Burda zaten herkes ya ölmüştür ya da öldürmüştür dedim. Mesele o değil dayı dedi. Mesele en mutlu olduğun, en güzel hayallerini kurduğun gün ölmek" dedi.



Yani, mesele uçağın içinde olmak değil, mesele çakılmayı beklemek .



En zoru.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.