Hiç sordun mu kendine?

Ezan okunuyor.

Bizim camiinin imamı tatlı adam, sakarın teki. İstisnasız her sabah mikrofonu önce elinden düşürüyor.


Bizim mahalle her sabaha hoparlörlerden yayılan bir "kütt" sesiyle, bir düşüşle uyanıyor.


"Belki de bunu bilinçli yapıyor" diye düşünüyorum.


"Önce bir düşmen lazım ki kalkabilesin."


Sonra da felsefenin tesellisi peşinde koşmam komik geldiği için gülüyorum.

"Yahu imam düpedüz sakar, ne ararsın bunda da metaforik bir düzlem!"


Bazı sabahlarsa bizim sakar imam sela getiriyor.


O sabahlar aranacak bir teselli yok. Tek bildiğim, bir evde birileri birisinin ardından ağlıyor.


Ölümün en yalın hali kapının önünde vefat edene ait bir çift ayakkabıysa, şimdi bir kapının önünde bir çift ayakkabı duruyor.

Ve bazen işte ben bu ülkede ölümlerin ardından yaşanan ikiyüzlülüğe dayanamıyorum.


Haber geliyor.


"Büyük usta hayatını kaybetti."


Ve klavye levazımatçıları iş başına koşuyor.

Ölen insan daha toprağa verilmeden bizim memlekette küreklerle üstüne metafor atılıyor.

İki damla gözyaşı dökülmeden #’lerle cenaze başlıyor.



Işıklar içinde uyumaktan, uyutmaktan daha fena, daha yapış yapış bir ikiyüzlülükten bahsediyorum.


Cümleler ardı ardına patlıyor.


Ölümlerin ardından yazılanlar, "Allah rahmet eylesin" kadar basit bir cümleyi devirip, R.I.P’le başlıyor.


Ve devam ediyor:


Yazılanlara göre işte güya;

"Bir devir daha kapanıyor"

"Şimdi biraz daha yalnızlaşıyoruz"

"Masumiyetimiz bitiyor"

"Şimdi çocukluğumuzun son kahramanı da öldü, biz de biraz daha ölüyoruz"

"Şimdi cennet bir fazla, şimdi biz bir eksiliyoruz"

Sizin klavyelerinizden de çıkıyor değil mi bu süslü cümleler?

Merak ediyorum, hiç kendinize şunları soruyor musunuz?


Hayatınızın hangi devrini yaşıyorsunuz da hangi devrini kapatıyorsunuz?


Sahip olduğunuz hangi masumiyeti kaybediyorsunuz tam olarak?

Hangi hırsınızdan vazgeçtiniz en son?


Ne zaman aza tamah etmeyi, gün içinde durup dururken şükretmeyi aklınıza getirdiniz?


En son ne zaman bir cenazeden önce veya sonra küs olduğunuz bir dostunuzu arayıp, ‘Hayat bomboş usta, gel iki tek atalım’ dediniz?


Yoksa siyah pantalonunuz, Chanel babetleriniz ve Gucci gözlüğünüzü başka bir cenazeye kadar dolaba kaldırmak üzere evinize mi koştunuz?


En son ne zaman kendinize cevapları canınızı yakacak olsa bile "Hoca, senin de hataların oldu, bir düşünsene" diye sordunuz?

En kusursuz haline getirene kadar silip silip yazdığınız cümleler gibi mi sanıyorsunuz kendinizi?


Dışardan buz gibi, bazen jilet gibi, ama içerden paramparça olduğunuzu en son ne zaman kendinize itiraf ettiniz?

Kendi fethine sadece kendi inanan fatihler gibisiniz değil mi?


En son ne zaman vicdanınızın sesini susturmadan, can kulağıyla dinlediniz? Yoksa canınızı sıkan sorular sorduğu için susturup, hırs programınıza kaldığınız yerden devam mı ettiniz?


Doğru ya, aradığınız vicdan şu anda başka palavralarla meşgul olduğundan ulaşamadınız değil mi?

Hayat işte.

Bazıları için hep meşgul çalar, bazıları için çalar çalar açılmaz.


Ama söylüyorum işte:

Hikâyenin sonunda bir çift ayakkabı duracak kapının önünde.

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.