Tarih kokan şehir Prag...

Bundan önce iki defa Prag'a gitmeye kalkıştım. Ancak 3. seferde başarabildim. İlki eski ortağım Sabiha ile sadece yılbaşını geçirmek için gidecektik bundan tam 5 sene önce... İkincisi ise gecen sene sevgilimin ani bir toplantısı yüzünden tüm organizasyonumuz iptal olmuştu ve kısmet hem de Easter zamanı buraya gelmekmiş bu hafta...

Prag gerçekten çok büyüleyici bir şehir Four Season’da kalıyoruz yine...

Aksam vakti vardığımız için hemen üstümüzü değiştirmeden gidebileceğimiz güzel bir restoranda yer ayırttık. Grand Palace Hotel Prag in içindeki restoranda gittik.

Şiddetle tavsiye ederim. Servis, ambiyans ve lezzet müthiş... Otelin metroteli bizzat tüm masalarla kendi ilgileniyor.

Girdiğim anda önce masaların üzerindeki servis takımları beni büyüledi.

Müthiş kristal bardaklar ve şamdan. Gümüş supla üstünde masa örtüsü ile takim dantel örtüsü. Gümüş christofle çatal bıçak takimi. Ve en güzeli konservatuar öğrencisinin kuyruklu piyano ile resitali...

Metrotel tam 7 lisan konuşuyor. Hayatta kimseyi kıskanmam ama bu kadar lisan konuşan insanlara çok imrenirim. Daha ben 4.ü öğrenmeye çalışıyorum.

Sabah kalkar kalmaz Prag kalesine gittik. Buz gibi bir hava varken bir de üstüne sağanak yağmur başladı.

Tarihi turu tamamladıktan sonra Prag’ın en meşhur geleneksel restoranına gittik. Ufleku çok değişik bir yer.

Büyük büyük masalar, herkes yan yana diziliyor. En belirgin özelliği kendi biralarını kendileri yapıyorlar.

Bir de shut gibi getirdikleri değişik bir votka tarzı içkileri var. Alkol oranı çok yüksek olduğu için birden fazla içmenizi tavsiye etmem.

Yemekler tamamıyla geleneksel. Başlangıçta soğan ya da sarımsak çorbası, ana yemek olarak da gulâş yemelisiniz. Prag'a gidip de buraya gitmemek olmaz. Bu arada salaş ve ucuz bir yer her bütçeye uygun.

Meşhur opera binasına girmeden olmaz. Şansımıza Picasso'nun süper bir sergisi vardı. Bayıldık.

Aksam şehrin en meşhur Michelin yıldızlı restoranında yerimiz hazır ancak öncesinde Budha Barda bir aperatif almaya gidiyoruz. O otantik havayı çok seviyorum. Otantik ve romantik müzikler eşliğinde birer kadeh şampanyadan sonra La Degustasion adlı 2 Michelin yıldızlı restoranda doğru yürüyoruz.

Hava buz gibi... Fakat değişik lezzetleri tatmak istiyorsanız, Prag'da buraya gelmelisiniz.

14 tane tadımlık farklı yemek geldi ve 7 tanesine de yemeklere uygun Avustralya şarapları.

En çok hoşuma giden başlangıçtaki kıtır içinde et tartar ve ana yemek dil. Yemekleri açık mutfakta hazırlıyorlar ve mutfağı gören bir masada oturuyorsanız çok şanslısınız, biz öyledeydik. İnanılmaz titiz ve milimetrik çalışıyorlar.

Hadi İstanbul bizim neyimiz eksik, biz de artik Michelin yıldızlı restoranından istiyoruz.

Ertesi gün yine soğuk bir sabaha kalktık. Fakat şehir o kadar büyüleyici ki, köprüler, müzeler ve görülmesi gereken her yeri büyülenmiş bir şekilde gezdik. Şansımıza muhteşem bir Dali sergisi vardı. Her karesini inceledim serginin. Dali benim için çok özel. Sabancı müzesinde de gezmiştim ama buradaki parçalar daha mükemmeldi.

Bu kadar her şey süper giderken en büyük sorunumuz fotoğraf.

Erkekler neden fotoğraf çekmekten bu kadar nefret ediyor ve kadınların hepsi de Japonlar gibi. Gittiğimiz ülkelerde ve şehirlerde bakıyorum sadece binaların ve onun resimleri var. Çünkü ben sürekli fotoğraf çekiyorum.

Ve akşamı bulduk nihayet... Prag in meşhur balık restoranı Rybi Trh'da harika bir deniz mahsulleri tabağı yedik. Ben Kazanova'nın o kadar istiridye yediğini duyduktan sonra her hafta yemeğe başladım. Karides, kerevit, yengeç, istiridye ve midyelerden oluşan tabak, Fransa'dakileri aratmayacak kadar lezzetliydi...

Deniz mahsulleri müthiş lezzetliydi ama Prag da öyle. Görülmeye değer tarih kokan bir şehir.

Haftaya yakınlardayız.

Selanik'e komsuyu ziyarete gidiyoruz.

Hayat sizinle paylaşınca daha da güzel...