Riga... Baltıklar’ın incisi...


Riga'ya gitmek bizim için çok enteresan bir karardı çünkü genelde yemeği, gezmeyi, eğlenmeyi seven bir çift için pek tavsiye edilen bir şehir değildi.


Ama size söylemiştim, biz Thy'nin uçtuğu her destinasyona uçacağız ve başından beri çevirdiğimiz küre bizi hiç yanıltmadı. Riga gerçekten görülmeye değer ve çok sempatik bir şehir... Bu arada tüm şehirler ve tüm kültürler görülmeli ve kısa da olsa yaşanmalı...


Herkes tarafından kaleme alındığında yazılan "kadınları güzel" klişesini gözümle gördüm. Sokaklar asla güzel kadın kaynamıyor. Baştan söylemeliyim... Hanımlar alın beylerinizi gidin...


Grand Palace Hotel’de kalıyoruz... Otele girdik ve şaşırdık... Her yer ayağa kalkmış, hummalı bir çalışma yapılıyor. Sanki Tarkan konser verecekmiş gibi koca koca kolonlar taşınıyor.


Dakka bir gol bir... Otele girdiğimiz gibi Riga'nın o gece en büyük partisinin bizim otelde olduğunu öğreniyoruz.


Benimki sevmez ama ben bayılırım.


Fakat Riga'yi o kadar önemsemedim ki yanımda hiçbir şey götürmedim. Neyse her zaman beyaz tişört ve yakışan bir jean sizi kurtarıyor.


Yemeği otelde yiyip, partiye götürmek için kandırdım.


Parti yeni başladığında hadi dedik bakalım beğenmezsek başka yere gideriz.


Mümkün değil. Hiç Riga'dan beklemeyeceğimiz bir eğlence, müzik ve kalabalık vardı. Gerçekten güzel kızlar, çiftler, erkekler paparazzilere poz vermek için sıraya girdiler.


Ama paparazziler bizi sevgilimle çekmek için sıraya girdiler. Esmer bir çift olarak farklı görünüyorduk sanırım...


Binlerce balon havada ve yerdeydi ve herkes patlatıyordu.


Doğu bloğu ülkesi olmasına rağmen insanlar çok sıcak... O kadar eğlendik ve şeker insanlarla tanıştık ki... Herkes bizi ertesi gün gezdirmek için sıraya girdi.


Artık şu bir gerçek ki Türkiye İstanbul dediğiniz zaman herkes merak içinde... Ya da yakin zamanda gelmeyi planlıyor ve bu çok gurur verici...


Ertesi sabah görmemiz gereken yerleri sıraladık ve görmek istediklerimizi belirledik. Malum 2 kafadan çıkan sese sadece 1 hafta sonu yetmez. Tesadüf Faberge mücevher sergisi vardı... Nadide mücevherler... Bayılırım... Otele o kadar yakındı ki hemen gittik. Müthiş bir el isçiliği ile yapılmış nadide parçalar...


Karşısında şehrin en büyük kilisesi var. Rigas Dom... Ama inanın binaların şekerliği her şeyin üstünde... Evler pasta gibi... Renk renk, muntazam bir mimari ile dizilmiş. Hayran kalmamak mümkün değil... İnsan tüm binaların resmini çekmek istiyor.


Akşam için he zamanki gibi Michelin yıldızların peşine düştük. Berg's otelin altındaki Berg's restoranta gittik. Gittiğimizde hiç kimse yoktu... Acaba kimse gelmeyecek mi dedik ama gelen oldu... Şef Kaspars Jansons yemeklerinden bize farklı tadımlar yaptırdı. Müthişti... Favorim erik sorbeli kaz ciğeri...


Ama 4 masaydık, “Bir daha gider misin?” diye sorsanız gitmem. Bence artik biraz demode olmuş. Otel olarak Berg's hala çok revaçta...


Berg's yeni şehirde, bizim otel eski... Gelmişken bir bar yapalım dedik ve Radisson Blue Otel’in 25. katındaki Sky bara da gittik. Tüm şehir ayaklarınızın altında... Riga'ya gelen herkes buradan aksam şehri görmeli... Güçlükle oturacak yer bulduk.


Her gecen saat daha da hareketleniyordu. Bir kısım insanlar pistte dans ediyor, bir kısım ise şehrin büyüsüne kapılmış gözlerini şehirden alamıyor. Biz de onlardanız... Romantik bir şehre bakarak sohbet ediyor, insanları seyrediyoruz.


Mimarisi, enerjisi görülesi bir yer Riga...


Haftaya Prag'dayız...


Sevgiyle kalın...



YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.