Yol Büyüsü
‘Yolda olmak’ ile başlayan o kadar çok yazı okudum, o kadar çok hikaye dinledim ki, şimdi aynı kalıbı kullanarak bir şeyler söylemek zor geliyor.
Yıllar önceydi. İstanbul’dan trenle iki saat mesafedeki okuluma gidiyor, en az iki haftada bir şehir değiştiriyordum. O zamanlar Eskişehir’deki yarimin yanına gideceğim diye de en az yüz defa trene binmişimdir diye tahmin ediyorum.
Yine o zamanlar, şimdi olduğumdan daha kafası karışık bir romantiktim. Küçük defterlere sayfalarca yazı yazar, tanıştığım insanlara sabahlara kadar hikayeler anlatırdım. “Çok acayip değil mi?” diye başlardı çoğu. Hikayelerini dinlemeye bayıldığım insanların etrafında dolaşırdım.
Çok az arkadaşım, gidecek çok az yerim vardı. Ama çok konuşurdum. Konuşamadığım zamanlarda da ya uyuyor, ya bir şeyler okuyor, ya da bir yerlere bir şeyler karalıyor olurdum.
Bir şeyleri anlamlandırmaya, bir şeylere isim vermeye uğraşır dururdum.
Şimdi dönüp bakınca, 20’li yaşlarım epey maceralı olmuş diyebiliyorum. Ama o zamanlar sıkılırdım.
Alanım dardı, ben yine de kısa mesafede sık yolculuklar yapmayı tercih ederdim.
Bir gün, kimbilir nereye giderken bir trenin kompartımanında, küçük bir deftere bir şeyler yazdığımı hatırlıyorum. Yazdıklarımın hepsini hatırlamıyorum, küçük sayfaları koparıp bazen tren yoluna atardım, biri çöp atıyorum sanarsa ‘şiir atıyorum!’ demeye hazırdım.
O gün, ‘yolda olmak çok acayip değil mi? Hem bir yerdesin, hem de tam hiçbir yerde değilsin. Yazılanların tam olarak düşünceler olmaması gibi. Bir yerden bir yere gitmek, büyü gibi.’ yazdığımı hatırlıyorum.
Yolda olmak büyü gibi, demiş, ilk büyümü üflemişim demek ki.
Son üç aydır, haftada bir, ya da iki-üç günde bir yeni bir yere hareket etmek üzere, bir yerlerde dolaşıyorum. Birilerine uğruyorum. Bir yerleri görüyorum. Birileriyle tanışıyorum. Bazı hikayelere şahit oluyorum. Bazı evlerin düzenine uyumlanıyorum. Bazı denizlere ayaklarımı sokuyor, bazı parklarda da oturup kuşlara bakıyorum.
20’li yaşlarda küçük defterlere yazdığıma benzer şeyleri bazen küçük bilgisayarımdaki dosyalara yazıyorum. Bazı küçük defterler de taşıyorum çantamda. Boyalar, tığlar, yünler, tohumlar da taşıyorum. 20’li yaşlarımda niyet ettiğim, hayal ettiğim, merak ettiğim birçok şeyi taşıyorum, büyük, turuncu bir çantada.
Çok güzel insanların evine misafir oluyorum. ‘Oturmakçı’ oluyorum. 7 yaşında bir oğlan çocuğu bana odasını veriyor, ‘iyi dinlenmeler!’ diyor. 5 yaşında bir kız çocuğu, elimden tutup beni ‘orman ruhunun evi’ dediği dev bir çitlembik ağacının altına götürüyor. Orada bir kral kelebeği ile konuşuyorum. 8 yaşındaki diğer dostum, yemek yemeden önce annesinin ve benim elimizi tutup şükreden bir şarkı söylüyor.
Yıldırımlı bir fırtınada, bir antik kentin içinde kayboluyorum. Bir patikadan inerken gün batımını izlemeye dalıp, karanlığa kalıp, koca vadide kayboluyorum. Önceki gün tanıştığım biriyle tüm gün her şey hakkında konuşuyorum. Yorulup, iki gün hiç kimseyle konuşmuyorum.
Yolda olmak çok acayip. Büyü gibi. Sanki anlamlandırmaya çalıştığın şeyleri tecrübe edecek yeterli alanın olmadığı için yapman gereken bir şeymiş gibi. İçin içine sığmadığı için açman gereken bir alan gibi.
Şimdi yolda olmak, daha önceden dinlediğim, okuduğum hikayelerdekine de benziyor ve aynı zamanda benim daha önce hiç duymadığım, hiç hayal etmediğim yenilikler öğretiyor bana. Artık kafası biraz daha az karışık bir romantik olarak, başka yerlere başka cümleler karalayarak, dünyayı başka türlü gözlemleyerek geziyorum.
30’ların başında, son 10 yıla dönüp baka baka geziniyorum. Bir tür veda, yas hissi de var bunda. Ama kutlama da var, yeni heyecanları, keşifleri kucaklama da var. Neredeyse fantastik denilebilecek bir keyif çıkıyor yüzeye. Üstelik daha öyle ‘havalı gezgin’ yerlerini de gezmiyorum. Şimdilik sadece eşe dosta misafir ola ola bunca keşfi hayatıma davet ediyorum.
Aklımda sürekli aynı soru dönüyor, cevap beklemiyor, mantra gibi, 'bakalım neler olacak’...
Bakalım neler olacak?
YORUMLAR