Çakal eriği likörü ve eşzamanlıklar
Ortak arkadaşımızla geçirdiğimiz zamanlar dışında birbirimizle arkadaşlık etmeye, niyeyse, pek yanaşmamıştık. Yıllardır tanışıyorduk ama çok az görüşmüştük.
Çanakkale’ye geldiğimde ‘kime uğrayayım?’ çağrımı duyup cevaben davet edenlerden biri de Ülkü’ydü. Hay Allah! Yıllardır görüşmüyoruz. Bir çekindim önce. Orada ne işi var, onu bile bilmiyorum. Gitsem ne yaparız, bir fikrim yok.
Ama gittim. Çünkü planladığım yolculuk, tam da böyle ilerlemeliydi.
Ülkü’yle Lapseki’den Balıkesir’e geziye giden bir otobüsün içinde buluştuk yıllar sonra! Tıbbi ve Aromatik Bitkiler bölümü öğrencileri, Balıkesir Çiftçi Eğitim Merkezi’ni (BAÇEM) görmeye gidiyormuş. Ben de gitsem nasıl olurmuş?
Otobüste 20’li yaşlarındaki hevesli üniversite öğrencisi bir grup, arkada el çırparak şarkılar söylüyor, biz de önde kendi çapımızda bir 30’lu yaşlar grubu oluşturmuşuz. Ülkü, Selin, Çiğdem ve Virginia, Lapsekili yeni arkadaşlarım oldular. Birlikte uzun sohbetler ettik, bitki kovaladık, tohum topladık. Hatta doymadık, sonraki hafta mantar festivaline gittik. Hiç mantar yiyemeden dönmüş olsak da, ormanın tadını beraber pek güzel çıkardık. Bütün bunlar olurken, Ülkü’yle görüşmeden geçirdiğimiz yıllara vahlandık. Vardır bir hayır, kısmet, olur deyip eğlenmemize baktık.
Ülkü’nün oradaki ilk misafiriymişim meğer. Su bardağında çay içiyorum diye bana kızması bir tarafa, daha kahvaltımızı bitirmeden ‘bugün ne pişirsem de misafirimi doyursam acaba’ diye söylenmeye başlıyordu kendi kendine. Yahu olur mu öyle şey! Birlikte gülüyoruz, eğleniyoruz, bana evini açmışsın, eski günleri yad ediyoruz, eskiyi şimdiyi tartıyoruz, her şey harika gidiyor… Ama bir anda derdimiz, benim çay içtiğim su bardağında tekrar su içmek istemem oluveriyor. İlahi Ülkü!
Sayesinde, ‘misafir olmak nedir, ne değildir, bir misafir olarak nasıl biriyim’ diye de düşünmeye başlamam iyi oldu. Bir sonraki misafirliğimde de bununla ilgili pek tatlı gelişmeler yaşandı. Sonraki yazıya kalsın.
**
Gelelim eşzamanlıklara.
İlkinde, Ülkü ve diğer yeni arkadaşlarımla birlikte yaptığımız gezilerden birinde, 5 yıl evvel, Assos’tan aldığım ve kokusunu hiç unutamadığım, bir daha da hiçbir yerde bulamadığım bir zeytin çiçeği kolonyasını yeniden buldum. Kolonya tezgahında “5 dakikada 5 yıl öncesine götürür” yazıyordu.
İkincisi, Ülkü tam 5 yıl evvel, yine ortak arkadaşımız vesilesiyle, benim evime gelip misafir olmuştu. İlk ve sondu herhalde. O sıralar kırda toplayıp likör yaptığımız çakal erikleri de ona nasip olmuştu. O zamandan beri çakal eriği likörünü bırak, meyvenin kendisini görmemiştim.
Sonra birlikte Lapseki pazarında bir oraya bir buraya gezerken gözümüze takılan meyvelere ‘acaba’ deyince ikimiz de heyecandan zıplayacak gibi olduk! Trakya yöresinde güvem de denilen çakal erikleri, yıllar sonra, yine ikimizin karşısına çıkmıştı. Bu ne güzel bir tesadüftü, bunlar nasıl eşzamanlıklardı!
Böyle güzel işaretleri takip ettiğimde biliyorum ki, her şey yolunda, her şey yerli yerinde, herkes doğru, doğru yerdeyim, doğru kişiyleyim…
Çok eskiden beri tanıdığım biriyle ‘yeni arkadaş’ olmak diye bir şey varmış. Birçok açıdan çok avantajlı ve çok da keyifliymiş. “Tüh ya, keşke yıllar önce kıymetimizi bilseydik” diye bir şey yokmuş, herkes ve her şey, zamanı geldiğinde tam da olması gerektiği gibi olurmuş…
Ülkü’den öğrendiklerimin sadece bir kısmı bunlar. Arı, bitki ve toprak sevdalısı arkadaşımı kendi ‘hanında’ ziyaret edeceğim günü, ateş başında kendisinden hikayeler dinleyeceğim günü iple çekerek, neşeyle ayrılıyorum Lapseki’den.
Yolculuk devam ediyor…
YORUMLAR