Bar tuvaletinde aydınlanmak
Yeni yılın ilk sürprizi benim için, beklenmedik bir mistik-atak şeklinde gerçekleşti.
Bir sebepten kendimi pek sevdiğim bir barda Norveçli kara punkçıların güzide melodileri eşliğinde aynaya bakarken ve ilginç bir şekilde, aydınlanmak üzereyken buldum.
Şimdi, “seçim” (CHOICE) kelimesi ile ilgili acayip bir detay var. Tom Robbins, Ağaçkakan’da anlatıyor. Bir kağıda rastgele bir kelime yazın. Kağıdı aynaya gösterin. Evirin, çevirin, yazı gittikçe sadece daha okunmaz olacaktır. Ama CHOICE yazıp, kağıdı baş aşağı gelecek şekilde çevirip tekrar aynaya tuttuğunuzda, aynada yine CHOICE yazdığını görürsünüz. Benim pek sevgili “miskin mücevherlerle süslenmiş” yazarım Robbins’in dediğine göre, tıpkı Alice Aynanın İçinden hikayesinde olduğu gibi, aynanın ötesindeki paralel evrenleri mümkün kılan kelime, bu acayip harf oyunuyla, yaptığımız seçimleri ifade etmek için kullanılıyor.
Yaşayacağın yeri, evleneceğin kişiyi seçmekten tut da; buna değil de bir sonraki otobüse binmeyi karar verişine kadar yaptığın her seçim, evrenin gidişatını ‘neredeyse’ doğrudan etkilemeyi başarıyor. Daha çok yönlü seçimler yaptığında, başka evrenler de yaratıp onların da gidişatlarına müdahale etmen an meselesi diyelim. Çok yönlü seçim ne demek peki? Böyle hem karar verip hem de tam seçim yapamamış gibi hissediyorsan mesela...
Neyse, konuyu çok dağıtmamaya çalışayım. Hayatta bazı seçimler yapıyoruz. Ve bu seçimler bizi bir yerlere götürüyor veya bir şeylerden alıkoyuyor. İşin en eğlenceli tarafı, bu dönemecin bizi nerelere götürebileceğini hiçbir şekilde bilemeyecek olmamız.
***
Hayatımın en acayip senesini geçirirken fark ettiğim en güzel şey şuydu: “her şey olur!” Bunu fark ettikten sonra gelip geçen hastalıklara, iç kararmalarına, kafa karışmalarına ve bazı psişik arka sokaklarda kaybolmalara daha dirençli hale geldiğimi gördüm. Hele ki Ekim ayında Flora’da, Ayşe’yle Selahattin’in güzeller güzeli Orman Kafası diyarındayken, elimi ayağımı tir tir titreten o karanlığın üzerine yürümeyi öğrendiğimden beri biliyorum ki; o anda sezgilerimle doğruladığım şeyi doğru bilip yürümeye devam ettiğimde, bir şekilde, kapılar ardına kadar açılıyor önümde. O karanlıkta yolu seçebilmeye başlıyorum.
Ben öyle şaşkın şaşkın aynaya bakarken, yıllar evvelinin o (evlerden ırak) panik atak sinyallerine benzer bir ifade yakaladım yüzümde ve çok tedirgin oldum. Korktum. “Yahu” dedim, “ben şimdi acayip bir sene geçirdim, neredeyse otuzuma geldim, o kadar korkularımla yüzleştim, kendimi dinledim. Son üç senemi içsel yolculukların sandal ağacı kokulu dünyasında keyifle süzülerek geçirdim. Bu zırtapoz hastalık gene mi baş gösterecek, aşkolsun vallahi!”
Oracıkta fark etmeden, kendini bırakmaya ve korkuya kapılmaya meyilli bünyeme kısa bir ‘trip atmış’ oldum tabi.
Dedim ki, “karanlık kadar aydınlığın fazlası da zarar, ne varsa ne yoksa kabul, tam şu anda bulunduğum noktada hayat tam olarak BANA güzel!”
Panik efendinin edepsiz atağını def etmeye uğraşırken tam olarak bulunduğum noktayı idrak etmem kısa bir an da olsa, kendi kendime bir kahkaha koyvermeme sebep oldu.
Bir bar tuvaletindeydim. Sıradan bir akşamda, sıradan bir aynaya bakarken, eski günlerden kalma bir illetin hortlamasına mani olmaya çalışırken, az kalsın aydınlanıyordum.
İhtiyaç duyduğum aydınlık da, karanlık da; uçsuz bucaksız evrenin her köşesine saçılmış vaziyette benden haber bekliyordu. Ben sadece aklıma estikçe seçimler yapıyor ve bu karanlık-aydınlık işini bir şekilde dengeliyordum. İpin ucunu tamamen kaçırdığım zamanlarda - hastalık, ayrılık, kaybolmalar, arayıp bulamamalar - da, aydınlığa bolca yer açıp sağlıklı, huzurlu ve aşktan ayaklarım yere değmez olduğum zamanlarda da, çok şükür hep en hayırlısı gelmiş başıma.
Bir seçim yapmış, aynanın birine baş aşağı bakmışım sadece. Ve benim evrenim böyle şekil almış.
Bütün evren böyle şekilleniyor.
“Az kalsın aydınlanıyordum” dedim ya. Aydınlığa değil, mis kokulu bir karanlık-aydınlık dengesine niyet ediyorum bu sene için.
Hayırlısı olsun.
YORUMLAR