Kadınlar neden ataerki ile işbirliği yapar?
Latince bir atasözü olan Homo homini lupus yani “insan insanın kurdudur” lafı döndü dolaştı “kadın kadının kurdudur” olarak dağarcıklarımzıa girdi ve ne yapsak çıkaramıyoruz. Erkekler Fransız Devrimi ile adı konan ama tarihi çok daha eskiye dayanan kardeşliklerini (fraternitelerini) erkek egemen toplum yapısına borçlu. Kadınların birbiriyle dayanışma içinde olması da bu sistemi tehdit ettiğinden, kadınları birbirine düşürmek, bu kurt yaftalaması üzerinden söz gelimi aralarını açmak da en çok ataerkinin işine gelir. Tam da bu yüzden “kadın kadının kurdudur” önermesi kadın düşmanı bir önermedir.
Benzer şekilde “bir kadın en büyük kötülüğü yine başka bir kadın yapar” cümlesi de aynı tuzaktan beslenir. En büyük kötülük denen şirkette terfi almasına engel olmak ya da fazladan mesai yapmasına sebep olmak değildir şüphesiz. Bir kadına tecavüze edip, öldürüp, cesedini yakıp üstüne beton dökmeyi “en büyük kötülük” olarak adlandırabiliriz mesela ve takdir edersiniz ki bir kadın bir kadına bunları yapmaz. Kimin yaptığı belli.
Öte yandan evet kimi kadınlar ataerki ile işbirliği yapar. Bu ayrımcılığın ve tahakküm üzerine kurumu sistemlerin tabiatında vardır. İşçi grevlerini önleyen grev kırıcılar da işçiler arasından çıkar. Ulus devlet inşasında asimile edilen diğer halkları asimile edilmesinde de o halktan insanların işbirliği yatar. Bugün İran’da kadını tahakkümü üzerine kurulmuş olan sistemin baş aktörleri devrimi muhafızı olarak adlandırılan kadınlar. Bu işbirlikçiler bakımından sistemin bir parçası ve hatta suç ortağı olma hali var. Bu kişiler içine doğdukları ideolojiden arınmak için çaba sarf etmemiş olmak sebebiyle kusurlu bulunabilirler şüphesiz. Öte yandan sistemin bu çarkı yaratmak için oluşturduğu dişlileri deşmeksizin durumu salt bireysel bir tercihmiş gibi yorumlamak da son derece yetersiz kalır.
Her şeyden önce söylemek gerekir ki bu kadınlar da her ne kadar sağladıkları işbirliği sayesinde sistemden kimi yararlar elde etmiş olsalar da ataerkil ideolojinin esas fayda sağlayanı değildirler. Sistem bu işbirliğini sürdürmek ve mümkün kılmak için türlü araçlar kullanır. Ilki hiç şüphesiz yasaklar ve doğrudan baskı yoluyla gerçekleşir. Herkes aynı direnç kapasitesinde olmaz. Yasak ve baskılarla boyun eğmeme ve mücadele etme azim ve kararlılığını göstermezler. Eğitimden mahrum bırakmak, toplumsal cinsiyet rollerinin empoze edildiği bir iletişime maruz bırakmak, kadınların kendi tarihine dair bilgi vermemek ve hatta tarihi manipüle edilmiş haliyle aktarmak, ekonomik özgürlüklerini elde etmelerine engel olmak, siyasal haklardan faydalandırmamak bu yöntemlere dair verilebilecek diğer örneklerdir.
Kadınların toplumda kapladıkları yeri daraltmak ve davranışlarına göre bu yeri belirlemek, söz gelimi cinsel deneyimleri üzerinden utandırılmaları yahut sistemin kodlarına uymaları karşılığında saygınlık elde etmeleri ataerkinin kullandığı bir diğer yöntemdir. Bu yönetimi kimi zaman annelerimizin uyguladığını görürüz. Tüm bu kodları içselleştirmiş, vaktiyle kendisine uygulanmış olan baskı ve ayrımcılığı etrafındaki diğer kadınlara da uygular. Diğer kadınları da bu sarmala sokmak ister. O anneler adını koymadan ataerkiyle bir pazarlığa oturmuş, özgürlüklerden vazgeçmek ve baskı altında yaşamaya razı olmak karşılığında toplumsal kabulü elde etmişlerdir. Tam aksi şekilde özgürlük talep etmenin bedelinin toplumdan dışlanma olmasını varsayarak hem kendileri hem de çocukları için bunun gerçekleşmemesi umuduyla sistemin ateşine odun taşırlar.
Sisteme uyan kadınlar kimi ayrıcalıklarla ödüllendirilir evet ama bunun her zaman bir bedeli var. Üstelik bu ödül esasen hiç bir zaman eşit ve özgür bir yaşam kadar değerli olamaz. Hepimiz şiddetsiz bir yaşamı hak ediyoruz. Kendi sosyal dayanışma ağlarımızı kurarak bu “toplumdan dışlanma” tehdidiyle mücadele etmemiz mümkün. Erkek egemen sisteminin iddia ettiğinin aksine kadınlar ayrımcılık ve eşitsizliğin elimizden aldıklarıyla mücadele edecek güce sahip ve tüm işbirlikçilere rağmen biz birbirimize gücümüzü hatırlatmaya devam edeceğiz.
YORUMLAR