Kötü bir alışkanlık olarak kitap okumak

Ben okuma sevdamı, ilkokuldaki bir sınıf arkadaşımın elinden hiç düşürmediği kitaplarına imrenerek edindim. Kendisi şu an bu sayfaların yayın yönetmeni olan arkadaşım, aşkla yutardı kitaplarının sayfalarını. Büyük bir iştahla yemek yiyen birini izlerken ağzının suyu akan bir aç gibi hissederdim kendimi. Yaş 35, hala şevkle bana okuduğu kitapları anlatan bir arkadaşımın karşısında aynı duyguları hissederim.


Güney Ege’nin lodoslu bir Ocak akşamında bir arkadaşımla kadın kadına kurmuşuz çilingir sofrasını. Ufak kasabaların hepsinde olduğu gibi mekan sahibi tanıdık, garsonlar tanıdık, diğer masadakiler tanıdık… Her buluşmamızda olduğu gibi masanın en birinci mevzularından biri romanlar. İştahımız hep önümüzdeki mezelerden çok okuduklarımıza. Marmaris’in köylerinden birinde doğup büyümüş arkadaşım anlatıyor. “İlkokul öğretmenim daha beşinci sınıfta koymuştu İnce Memed’leri önümüze. Hiç unutmam, sınıfta Madam Bovary’yi okur, en heyecanlı yerinde çat diye kapatırdı kitabı. Merak edelim ki devamını kendimiz açıp okuyalım diye.”


Geçen yıl bahar aylarını Yaşar Kemal’in Bir Ada Hikayesi dörtlemesini okuyarak geçirmiştim. Doyumsuz bir haz, tarifsiz bir edebiyat lezzetiydi. Canlanan doğanın hakkını Yaşar Kemal kadar veren çok az yazar vardır diye düşünüyorum. Bir de Halikarnas Balıkçısı elbette.


Pek çok dost sohbetinde Yaşar Kemal’le olan bu sevdamın konusu geçmiş, şu bir senede çok iştah kabartmışımdır. 2015’in bana en büyük hediyelerinden biri olan yan komşumla kimbilir kaç kahvaltının sohbeti oldu bu konu bilmiyorum. En sonunda dört kitabı da kucaklamış, çitin üzerinden ona uzatıyordum. Aldığım hazzın bir benzerini duyarak tahminimden çok kısa sürede, yuta yuta devirdi dört cildi. Poyraz Musa’yı, Vasili’yi, Lena Ana’yı konuştuk; adanın bereketinden, götlerinden bal damlayan incirlerden, taze taze tutulmuş balıkları tuzlayıp tuzlayıp ateşe atışlarından şevk duyduk. Çok severek okuduğum bir romanın, başka bir insanda daha bıraktığı izleri takip etmek ayrı bir haz benim için. Bisikletle çıktığım gün doğumu sürüşlerinden dönerken direksiyonu bizim sokağa kırdığımdan birkaç pedal sonra geçerim onların kapı önünden. Koltuğunun başında kırmızı ışığını yakmış, pür dikkat okuduğu yerlerde gezinen bu dünya tatlısı insanla kalbim büyür. En kötü günümde bile gülümsemem olur. Poyraz Musa’nın başına gelenleri, Lena Ana’nın kayıp oğullarını, dibekte dövülen kahveleri, o gün okuduğu ne varsa, en az kendisi kadar tatlı eşine aynı heyecanla kahvaltıda anlatacağını bilirim. Hayatı paylaşmak denen eylemin hakkını böylesine güzel veren insanlara bitip tükenmeden hayran kalırım.


Bunları neden anlattım? Duydum ki birileri, kitap okumanın, film izlemenin bünyede kötü alışkanlıklara sebep olduğundan bahsetmiş. Şimdi, sizin gücünüz size kalsın, hiç bitmeyeceğini sandığınız iktidarınız da… Hadi hiç olmadı, iktidarınız bitmedi diyelim, biteceğinden emin olduğum bir şey var ki bir gün mutlaka öleceksiniz. Lakin şu yaşadığım mutlulukların birini bile yaşamadan öleceksiniz. Muhtemelen hiç sevmemiş, hiç gerçekten sevilmemiş olarak da öleceksiniz. Ama dünyada bu kadar sebep olduğunuz acı varken elbette ben sizin için üzülmeyeceğim. Olsa olsa tek bir laf ederim, bunca boş geçmiş bir ömrün arkasından: Yazık!

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir kötü alışkanlığınızın her geçen gün artarak devam etmesini hiç bitmemesini temenni ederim :) elinize sağlık çok güzel bir yazı olmuş ...
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.