Yaşlanmaktan korkmuyor musun?
.... diye sormuş bir takipçim bana twitterdan.
Kırkı geçince ister istemez bu konu gündeme geliyor.
Muhabbetlerin içine de giriveriyor.
Cevabım şu galiba:
Yaşlanmanın bence korkulacak bir tarafı hem yok hem var.
Fiziksel değişimler falan hikâye.
Audrey Hepburn’ün son yıllarını hatırlayın.
Nasıl yakışmıştı yaşlılık ve çizgiler ona.
Dünya güzeli ve zarifi bir halde tamamladı son yıllarını.
Ne estetik vardı ne de bir şey üstelik.
O lanet botoks da ona yetişememiştir zaten.
Yani mesele bu değil.
Mesele hayallerinin ne kadarını gerçekleştirip gerçekleştiremediğinle ilgili bence.
Hayatının ne kadarını elinde tutmayı başarıp başaramadığınla,
Hayatın boyunca kendi hayatını mı başkalarının hayatını yaşayıp yaşamadığınla,
Eli günü dinleyip hayatı ıskalayıp ıskalamadığınla,
Keşkelerinin sayısı ile ilgili.
Cesaret edemeyip kaçırdığın fırsatlar
O yüce egona kanıp kolayca vazgeçtiklerinle ilgili.
Yaptıklarından ya da yapmadıklarından dolayı vicdanının ne kadar huzurlu olup olmadığı ile de ilgili. (En büyük azap vicdan azabı demişti bir arkadaşım, çok doğru)
Bir tür muhasebe durumu yani.
Eksilerin olduğu taraf kalabalıksa yaşlanmak ciddi korkurtucu.
Kimsenin artı tarafı dolup taşmıyor ama eksilere göre fazlaysa durum fena değil gibi.
O zaman işte yaşlanmaya da, gerekiyorsa bu hayatla vedalaşmaya da hazır olabilir insan.
Yani sanırım öyle.
Yoksa yaşlılık bir çırpınma, geçmişle savaşma, kendini haklı çıkarma, vicdanını temizleme şavaşına dönüyor ki Allah hepimizi o duruma düşmekten korusun.
YORUMLAR