Yeni anneye en güzel hediye
Hamilelik, doğum ve lohusalık, evli ya da bekar, çocukları seven-sevmeyen, üniversite öğrencisi veya emekli olmak fark etmeksizin, insan olma yolculuğunda hepimize bir noktada dokunuyor. Herkesin hayatının bir zamanında kendisi veya bir arkadaşı, ablası veya kardeşi, akrabası veya tanıdığı doğum yapıyor. Naçizane fikrime göre, bir bebeğin doğumuyla birlikte annesiyle ilgili bazı şeylerin farkında olmak, insanlık yolculuğunda boynumuzun borcu. Çünkü insan yaşamı, bu kanal üzerinden devam ediyor. Hamilelik, doğum ve sonrasındaki ilk günlerin sadece anne-bebek ve baba değil, etraftaki herkes için de bir insanlık imtihanı olduğuna inanıyorum. Tıpkı ölümde olduğu gibi… Herkes bir anne ve bebeğin yakınlarında bulunarak kendi yaşam yolculuğunda nasıl bir hal üzerinde olduğuna dair farkındalık geliştirebilir.
Yakınlarımda iki bebek dünyaya gelince eski günlerimi hatırladım ve bazı şeyleri tekrar hatırlatmak istedim.
“Aramasın gözlerin, o şimdi lohusa”
Whatsapp durum bildirimimde epey bir süre kalmıştı bu cümle. Hiçbir şey söyleyemeyerek, doğrudan söyleyerek, espriyle söyleyerek ya da sadece düşünülmesini isteyerek geçiyordu günlerim.
Anne olmayı seçen bir kadın için yaşamın, insan olma yolculuğunun en büyük dönemeçlerinden biri, doğum ve sonrasındaki ilk günler. Peki, yeni annenin etrafında olan her türden insanın hatırlaması gerekenler nelerdir? Kanımca bu dönemin belkemiğini, insanların birbirleriyle etkileşiminde önemli oyunculardan biri olan sinir sistemi oluşturuyor. Yeni doğum yapmış annenin yaşadığı hormonal değişimler tüm sistemi yoğun şekilde etkilediği için, lohusalık dönemindeki anneye fazladan ihtimam göstermek icap ediyor. Kucağında bebeği olan veya kuvözdeki bebeğini bekleyen o yeni anneye bizim bildiğiniz, tanıdığımız o kişiymiş gibi bakmak ve ondan beklentilerde bulunmak büyük bir haksızlık oluyor. Bizim yaşamla ilgili felsefemiz, hayata bakış biçimimiz ve birikimimiz ne olursa olsun, bu önemli dönemde bedenin bir bütün halde devrede olduğunu hatırlamak gerekiyor. Doğum o kadar kendine has bir olay ki o güne kadar oluşan beklentiler, öğretiler, geçmiş deneyimler geri plana düşüyor ve sahneye muhteşem bir işleyişi olan, bilimin anlamak için çalıştığı, her şeyi bütün halde barındıran bedensel sistem olanca ihtişamıyla giriyor.
Lohusalık bir nevi piyango. Anne şanslıysa eğer, hormonların eski haline gelmesi süresince, yani o 40 günlük dönem çok da dalgalı geçmez. Her doğumdaki etki bambaşka olur. İki veya daha fazla çocuğu olanların fark ettiği gibi, her bir çocuğunun doğumu da lohusalığı da bambaşka olabilir. İlki çok kolay, ikicisi zor geçebilir. Üçüncüsü de bambaşka bir hikâye yazabilir. Prematüre doğum yapmış olunabilir veya ikiz. Lohusalık 40 günde bıçak gibi kesilmeyebilir, duygu yoğunluğu biraz daha sürebilir. Hiçbiri bir üstünlük veya acizlik ile bağlantılı değildir.
Midesi bulanmayan veya aşermeyen hamile daha ‘havalı’ değildir. “Ben hiç aşermedim”, “Ben hep ayakta geçirdim” demek daha üstün veya becerikli olmayı göstermez. Bu tarz kıyaslamalar adeta “Zor… ama ben hepinizden daha iyi başa çıkıyorum” demenin yeni anne versiyonudur. Bu tarz cümleler, cümlenin şiddetine göre değişmekle birlikte söyleyenin kendine dönmesi için bir işaret fişeği gibidir. Yeni bir insanın dünyaya gelmesine dair detayların kadınlar arasında yarış öğesi haline gelmesi yaşamın bütünü adına ne hüzün vericidir…
Tarlada doğum yapmamışsa bir anne kolay doğum yapmış değildir. Hastane ortamında; elektronik cihazlar, insan kalabalığı, havalandırma sistemleri, yapay ışıklar, manyetik kirlilik içinde doğum yapmaya çalışmak da pekâlâ bir mücadeledir.
Ağlamayan, duygusal iniş çıkışlar yaşamayan lohusa diğer yeni annelerden daha dirayetli değildir.
Herkesin doğumla ilgili şartları, geçmişi, genetiği, korkuları, yaşadığı çocukluk, belleğindeki anılar farklıdır.
Yediği besinler, kas-iskelet sistemi, iş yaşamı, aile yaşamı, izlediği filmler, okuduğu kitaplar…
Herkes farklıdır, herkes. Herkesin algısı, nefes alışverişi farklıdır. Herkesin hamileliği, yaptığı doğum, lohusalığı, anneliği farklıdır.
Bir gebeye, bir yeni anneye söylediğimiz her şey ama her şey onun sinir sistemine çarpar ve orada kalır, işlenmeye başlar. Biz kendi sinir sistemimiz üzerinde bir farkındalığa sahip değilsek, ağzımızdan çıkan kelimelerin neden çıktığının bile farkında olmadan konuşuyor, otopilotta yaşıyorsak yeni doğum yapmış bir anneye otopilotta bir şekilde konuşup, tepkiler verebilir hatta ona istemeden de olsa zulmedebiliriz. Kelimeler önemlidir. Bir kelimeyi neden söylediğimizi bilmeden sarf etmemek, yeni anneye yapacağımız en büyük yardım olabilir.
Yeni doğum yapmış bir annenin bedeni bir yandan hormonal değişimlerle, dikişlerle, bebek için süt yapımı gibi işlerle meşguldür. Hava sıcaksa, lohusa herkesten daha fazla terler. Sıcak değilse de terler! Yeni annenin metabolizması kendi günlük enerji ihtiyacını karşılamak, bedenini onarmak, ayrıca bebeğine süt üretmek için çalışır. Bunlar onun kendi seçimleri değildir. Her şey kendiliğinden olur ama dış dünyayla etkileşim, işte ondaki sorumluluk, annenin etrafındaki kişilerdedir. Yeni doğum yapmış annenin sinir sistemi, uyku düzensizliği ve az uykuyla imtihan halindedir. Aslında bir süreliğine şöyle düşünmekte hiçbir sakınca yoktur kanımca; Lohusanın yaşam enerjisi, bedensel ihtiyaçları ve nefesi biz sıradan insanlarınkinden bir nebze daha kıymetlidir. Çünkü yeni anne, dünyaya yeni gelmiş ve savunmasız, hayatta kalmak için annesine bağımlı bir bebeğe duygusal ve fiziksel bakım vermekle görevlidir ve ister istemez bedeni de bu yönde çalışır. Doğanın düzeni böyledir ve lohusanın ağlaması, terlemesi, üşümesi, bunalması o bunları çok istediği, kapris yapmayı arzu ettiği, bunların hayalini kurduğu için olmamaktadır. Lohusa bunları yaşarken bize laf yetiştirmek, bizim endişelerimize yanıt vermek, bizim merakımızı veya bizim akıl yürütmelerimizi karşılamak, bünyesinde çevirmek ve bunlarla meşgul olmak zorunda değildir.
Yeni annenin tek ihtiyacı belki sadece sessizlik, dinlenmek, beslenmek, korunmak ve kucaklanmaktır. Bir daha geri gelmeyecek olan bu zamanda biraz sessiz olsak ve sadece izlesek, gözlemlesek, varlığımızla güç versek… Sütünün yetip yetmediği, besleyip besleyemediği konusunda kendi kısıtlı bilgi dağarcığımızla ahkam kesmesek de sütün varlığı için gereken ve bilimin bile çözmeye hala uğraştığı muhteşem sisteme güvensek, insan olduğumuzu hatırlayıp sadece izleyebilsek. Kendimizi sistemden büyük görmesek ve bir adım geride dursak… Bilen ve her şeyi bilebilecek kişi olmadığımızı, sadece yol arkadaşı olduğumuzu hatırlasak. Konuşma isteğimizi durduramıyorsak, belki sadece ihtiyacı olduğunda, ihtiyacı olan şeyi bizden isteyebileceğini söylesek. Bebeğiyle birlikte ihtiyacı olan şeyi bulması için gereken boşluğu, sessizliği bozmasak. Biraz sussak….
YORUMLAR