Hak ettiğimiz yerde miyiz?
Kendi bloğum, yetemediğime dair yazılarla dolu. Bazen kızıma yetemiyormuş gibi hissetmişim, bazen kocama, bazen işe güce, bazen evime, bazen kendime… En çok da kendime sanırım.
Geçen gün yeni tanıştığım bir arkadaşım sordu: “Sence kariyer açısından hak ettiğin yer misin?” Evet de çıkmadı ağzımdan, “hayır” da… Anında cevap veremedim. Sonra düşündüm eve gelince.
Yazlıktayız ya, herkes uyuduktan sonra oturdum karanlık balkonda, düşündüm. Hak ettiğim yerde miyim? Ne açıdan baktığıma bağlı… Aslında evet. Sevdiğim adamla evlenmişim, hâlâ da çok seviyorum, çok isteyerek anne oldum, hem aileme hem kendime ayıracak zamanım var, evet ilk başlarda maddi açıdan zor oldu ama düzenimi ona göre kurdum, çok istiyordum, şimdi bir bakıyorum üç kitabım var, bugüne kadar da çok sevdiğim işlerde çalıştım, daha çok para için sevmediğim işi yapmadım, kendimden ödün vermedim çalışırken, sevmediğim kimseyi seviyormuş gibi davranmadım…
Manevi açıdan evet, tam istediğim yerdeyim.
Maddi açıdan ise bazen “evet yeter” diyorum bazen de haksızlıkların ortasında buluyorum kendimi. Hani insan kıyaslar ya bazen. “Ulan” diyorum, “Nasıl da etik olmak için çırpınırken, daha çok kazanabilecekken şu olanlara bak.” Yalan değil, aynen böyle geçiyor aklımdan. Hemen kovuyorum. Bu düşüncenin beni ele geçirmesine izin vermiyorum. En başında 1998’de seçtiğim sektör de aynı şekilde karışıktı şimdi içinde bulunduğum da. İşletme mezunu biri olarak belki başka işler yapabilirdim, kurumsal hayata katılabilirdim. Oradaki haksızlıkları da biliyorum. Haksızlık ararsak, her sektörde var.
Maddiyata daha çok önem versek ikimiz de bambaşka bir yerde olurduk, orası kesin. Ancak vermedik. İş fırsatlarını her açıdan düşünerek değerlendirdik, tek bir şeye odaklanarak değil.
Bazen Arkın maddi konularda söylendiğinde rahatlatıyorum onu. Gelecek için endişelendiğinde. Hani sanki ben çok rahatmışım gibi konuşuyorum da o biliyor aslında aklımdan geçenleri. Şu anın tadını çıkaramazsak ne anlamı var onca şeyin? Hep geleceği düşünerek endişe içinde olmayı reddediyorum. Zaten kendi içimde yaşıyorum onu, ama sürekli olmasın. Her adımda bunu düşüneceksek ne kızımız mutlu olacak ne biz… Söyleyin zaten genci yaşlısı, gelecek endişesi yaşamayan var mı? Kendi için, çocukları için, torunları için.
Bu anlattıklarım da soru olarak gelmişti bana. İşte neden küçük evdeymişiz, neden hep yazlığa geliyormuşuz da her sene farklı yerlere gitmiyormuşuz… Cevaplayayım.
Daha büyük evde oturmak, lüks yerlerde tatile gitmek, sürekli takı değiştirmek ya da birkaç yılda bir arabayı yenilemek gibi hırslarımız olmadı. Yurt dışına da gittik para biriktirerek, yurt içinde farklı yerlere de. Bazen de üst üste yazlığa geldik kaç sene… Cidden biriktirerek, bir yerlerden kısarak yaptık gezileri. O gideceğimiz yeri hedef göstererek. Dışarıdan nasıl görünüyor bilmem de… Hani “hadi şuraya gidelim” deyip de yola çıktığımız olmadı hesap yapmadan.
Yani dediğim gibi manevi olarak hak ettiğim yerdeyim. Bence maddi olarak da. İşimi, severek, tarzımdan ödün vermeden yaptığım için maddi açıdan da istediğim yerdeyim. Hep daha fazlasını beklemediğim için. Olanı sevdiğim, olmayana üzülmediğim için. Ki bu bakış açımı anneme borçluyum. Eskiden çok hırslı olan beni bu şekilde düşünmeyle tanıştırdı ya, büyük bir teşekkür borçluyum.
Yoksa bunun sonu gelir mi? Gözümüzü hep daha fazlasına diksek o zaman mutluluğu nasıl yakalayacağız? Önce sağlık. Önemli olan o. Ne kadar paran olursa olsun, nasıl bir kariyerin olursa olsun o sağlık gitti mi, hiçbiri yardımcı olamıyor.
Bana geçenlerde “oh oturduğunuz yerden kazanıyorsunuz bir şeyler” yazmış birisi. Nasıl üzüldüm… Basın sektöründe uykusuz, yorgun geçen onca sene hiçe sayılmış, her bir yazı için verdiğin emek göz ardı edilmiş, iç dünyanı dışa açman hafife alınmış… Gerçekten üzüldüm. Her gün giyinip evden çıkınca mı işe gidiyorsun sayılacak, ortaya excel tablolarında raporlar sununca mı?
İnanır mısınız bilmem ama son zamanlarda ben de sabit iş bakar oldum. İşe gideyim, geleyim, belli tarihlerde iznim olsun. Kafam gözüm rahat olsun. Şimdiki gibi 7/24 e-posta kontrol etmek zorunda kalmayayım, bazen bir mesaja geç döndüğünde burnu büyüklükle suçlanmayayım, arada sosyal medya hesabımdan tanıtımlar yaptığımda taşlanmayayım… Tam açıyorum kariyer sitelerini, sonra duruyorum. Açıyorum. Duruyorum. Diyorum ki kendime: “Dur bakalım, onca sene emek verdin, bir şeyler uğruna mücadele ettin. Pes etmek yok.” Birkaç gün sonra yeniden giriyorum sitelere. “Başka işim olması yazmamı engelleyemez ki” diyerek…
Gelgitler yaşıyorum. Yine o soruya dönecek olursak, evet “hak ettiğim” yerdeyim. Çünkü hislerimi on binlerce hatta bazen yüz binlerce insanla paylaşıyor, yalnız olmadığımı görüyor, onlara da yalnız olmadıklarını hissettiriyorum. Karnım tok olduğu sürece de bu bana yetiyor.
O soruya artık rahat rahat evet diyebiliyorum. Umarım herkes bunu der. O zaman bir iç rahatlığı geliyor ki, daha iyi uyuyabiliyor insan. Kim istemez daha çok kazanmayı? Peki daha çok kazanmak için yıpranmaya, yıpratmaya, mutsuz olmaya gerek var mı?
YORUMLAR