Altı gün…

Kaçtık, kaçtım. Sosyal medya hesaplarımda bol bol paylaştım, takip edenler görmüştür. Ailece mini bir tur yaptık yurt dışına. Arkın’la 12 senedir evliyiz, ilk kez Avrupa’ya gittik beraber. Ben bir moda dergisinin yazı işleri müdürüyken çok basın gezisi daveti gelirdi yurt dışına. Uçak korkum yüzünden gitmezdim. Arkın’la da gitme fırsatlarım olurdu ancak korku ağır basardı. Bir kere “a yeter” dedi ve Amerika’ya ağabeyinin yanına gittik. Nasıl uçtum, hatırlamıyorum bile. Sen onca basın gezisine gitme, kocanla birlikte kısa mesafelere gitme fırsatlarını tep, sonra 12 saat uç! Bu da ayrı mesele…


Sonra hamilelik, düşük, yeniden hamilelik, doğum, çocuk derken korku boyut değiştirdi. Kaygıya döndü. Böyle olmayacak diyerek Türk Hava Yolları Uçuş Korkusunu Yenme Programı’na katıldım. Çok iyi geldi. Sonuçta ben korkuyorum diye Arkın ve Irmak’ın ne suçu var? Korkuyorum deyip bir kenara çekilmek onlara haksızlık… Irmak’la yine amcasının yanına gittik iki sene önce. Sonra işte iş için, kitap imzaları için yurt içi çok uçtum. Ancak her seferinde senaryolar yazarak. Sadece bu program değil tabii, bir seneden fazla kaygılarım için gittiğim terapinin de çok faydasını gördüm.


Nitekim geçen hafta Budapeşte’ye giderken de felaket senaryolarım benimleydi. Böyle kaygılı olanlar çok iyi anlar ki, ailece olduğumuz için biraz daha rahattım. Ancak uçakta yine kimseyle konuşmadım, kimse bana selam vermesin istedim. Kapanıyorum içime, programda öğrendiğim nefes tekniklerini uyguluyorum, pek bir şey yemiyorum. Sonuç olarak, uçuyorum öyle ya da böyle. Dönüş de Viyana’dandı. Yine geçtim cam kenarına, iki saat bulutları izleyerek geldim.


Artık korkularıma, kaygılarıma yenik düşmüyorum. Hayatımı engellemesine izin vermiyorum. Kendi içime kapansam da gidiyorum bir şekilde. Bu yüzden kocaman bir “Aferin” dedim kendime. Ancak bir konuda kızgınım bünyeme.


Telefonum genelde kapalıydı. Fotoğraf çekmek için kullandım. Arada sırada beni takip edenlere söz verdiğim için fotoğraf paylaşıp, kaçıyordum. Ne yalan söyleyeyim e-postalara da pek bakmadım. “İş düşünmeyeceğim dönene kadar” sözü vermiştim kendime. Hatta Arkın’a da söyledim. “İşten bahsedersem kız bana” dedim. Bahsetmedim de, düşünmedim de. Fakat her gece rüyamda farklı kabuslar gördüm. Hayatımda hangi konuda sorun/sorunlar varsa hepsi gece uğradılar rüyama. Her sabah farklı bir sivilceyle uyandım.


Ne kadar düşünmediğimi, ne kadar takmadığımı sansam da beynim o duyguları işlemeye bir güzel devam etmiş.


Öyle bir işlemiş ki, kabustan uyanıp yüzümü yıkıyordum, yeniden uyuduğumda kaldığım yerden devam ediyordum. Sabah da Arkın ve Irmak’a çaktırmıyor, erkenden uyanıyor, gezmeye devam ediyordum.


Anladım ki düşünmemek, dillendirmemek bana göre değil. Gündüz dillendirseydim, bir on dakika Arkın’la paylaşsaydım belki de böyle olmazdı. Duygularımı, endişelerimi, kızgınlıklarımı, kırgınlıklarımı rafa kaldırmak bana yaramıyor.


Ne kadar ortada olurlarsa o kadar çabuk geçecekler sanki.

Ne kadar konuşursam o kadar iyi gelecek sanki.


Sanırım yine canım terapistim Fatma Hanım’ın kapısını çalma zamanı geldi. Artık kaygılarımı eskisinden daha iyi yönetsem de yine çarpıyorum duvarlara. Şimdi bir tatil daha var önümde. Onda da birkaç teknik deneyeceğim. Sonra da ilk fırsatta koşup Fatma Hanım’a sarılacağım. Sürekli bir gelecek kaygısıyla yaşayarak en güzel anları kendime zahir etmemem gerek. Bu hem bana hem aileme haksızlık.


Bakalım nasıl yeneceğim? Adım adım yazarım yine söz. Zaten baksanız susmak, paylaşmamak bana yaramıyor…

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.