Aşk lazım mı?
Kendimle ilgili cümle kurmaya çok erken yaşlarda başladığımı bilirim de, aşk ile ilgili cümle kurmaya ve kurulmuş cümleleri okumaya ne zaman başladım hatırlamıyorum.
Tek hatırladığım, ne kadar uzun, ne kadar ağdalı cümleler varsa, aşkı o kadar büyük sanmamdı. Gücü, abartısı, acısı ile uçururdu aşk, yakardı. Önce günlerce konuşturur, ardından aylarca sustururdu.
Her genç kız gibi, ben de yaşım geldiğinde kendi çapımda bir şeyler yaşamaya başladım.
Doğrusunu isterseniz başta her yaşadığımı aşk sandım.
Biri “ilk olma sendromu” çıktı.
Biri, sadece hoşlanmaymış!
Biri heyecan çıktı.
Biri sadece aşığı ilgi görmemmiş!
Biri tutku çıktı.
Biri bağımlılıktı.
Biri alışkanlığa dönmüştü.
Ben ise başta hepsini aşk heyecanıyla yaşardım. Hepsini bir aşkın başı sanırdım.
Sonra sorgulamaya başladım. Nedir gerçekten aşk? Ne işe yarar? Ne kadar sürer ya da sürdürülebilir? Peki, buna değer mi? Esas soru, ben hangi hissimin aşk olduğunu nasıl anlayacağım? Bittikten sonra mı? Acıları çektikten sonra, “Vah be, ben bu adama âşıkmışım!” mı demem lazım?
Ve bir adım daha attım.
Aşkın içeriği ile uğraşmayı bıraktım. Ne hissediyorsam onun tadını çıkarmaya başladım. Aşkmış, hoşlanmaymış, zaafmış, günü kurtarmakmış, ihtiyaçmış, takmadım. İsim koymaya çalışmadım hislerime, sadece yaşamaya, yaşatmaya çalıştım.
Her zaman aşk konuştuk, aşk üzerine yazılanları konuştuk. Hatırlarım, bir gece o dönemin en önemli kulüplerinden biri olan 14’de Levent Yüksel’in “Yeter ki onursuz olmasın aşk”ı çalarken, yine şarkı sözü yazarı olan şair bir arkadaşım, “Olur mu yaa Nora?” demişti. “Onurlu aşk olur mu? Aşkta onur olur mu?” demişti.
Hakikaten yaa! Olmaz ki…
O günden sonra kelimelerin dizilişi ne kadar ağdalı ve havalı dururlarsa dursunlar, cümlelerin mantığına da dikkat etmeye başladım. Güzel görünüyor da içeriği doğru mu acaba?
Aşkla ilgili çok cümle okudum. Hele ki facebook çıktıktan sonra bu cümlelerin sayısı üçe katlandı. Araya şarkı sözleri, film replikleri katıldı. Kimileri çiklet gibi yapıştı. Çoğu melankolik kaldı.
Aşk acıyla çok yakınlaştırıldı.
Fakat bu sabah aşağıdaki paragrafla karşılaştım. Beni yükselten, bir şeyler yaşama hissine sevk eden, ama bir taraftan da, “Nerde lan bu adam!” dedirten bir yazıydı bu.
Şems’e aitmiş diye geldi bana bilgisi. Mevlana ve Şems'e ithaf edilen ama onlara ait olmayan çok laf vardır. Ama inanır mısınız, hiç önemli değil. Kim söylemişse teşekkür ediyorum ve sizinle paylaşıyorum…
Yolumdaysan başım feda yoluna,
Ama bil ki senin de başını isterim yoluma,
Kahır kapris gelecekse senden amenna,
Ama ayağına diken batarsa yolumda ah edip vahlanma,
Aşk bilek gücü değil yürek’tir,
Yüreğin yetmiyorsa düşme yollara...
Gel bakalım ateşle nasıl oynanır göstereyim.
Gör bakalım ateş mi seni yakar, sen mi ateşi…
YORUMLAR