Firuze

"Hepisinden eyice, bir gönüle girmektir." Yunus Emre


Duru bir su gibi, bazen volkan gibi, bazen bir deli rüzgar gibi...*

Karışır için, karışsın.

Adın değişir;

Mualla olur, Zeytin olur, Firuze olur.

Bütün renkleri karıştırdım, ortaya Firuze çıktı.

Firuze'ler de kanar ya habibi!


Zifiri karanlık bir yolda bisiklet sürüyordum. Az evvel durdum, sol tarafımdaki sazlıktan cırcır böceklerinin seslenişi duyuluyordu, onlara kulak verdim. Başımı göğe kaldırdım, sazlıkların arasından gelen serin havayı burun deliklerime doldurdum, nefeslendim. Şimdi denize doğru hareket edeceğim. Deniz, huzuruna davet ediyor. Aylardan Ekim, mevsimlerden güz.


Göğün altında, denizin karşısında duran bir bank buldum kendime. Bisikletimi yanı başıma yaslayıp denizi izlemeye koyuldum. Yer gök koyu karanlık. Ve bu zifiriliğin içinde şavkı etrafa yayılan bir balıkçı teknesi... Gözlerimi kapattım ve gönlümde yer edinen insanları düşündüm. Şavkı etrafa yayılan insanları. Varlığı ve yokluğu düşündüm. Gözlerimin önünde uçsuz bucaksız bir çöl belirdi. Düş kapısından geçip o çöle adım atarken sizi de kendi düş dünyanızdaki çöle götürmek isterim.


Şimdi çöldesiniz. Sıcaklık nefes alıp vermenize mani oluyor. Yine de yürüyorsunuz. İçinde su akan, geceleri ıhlamur kokan bir bahçe arıyorsunuz kendinize. Orayı yuvanız hâline getirebilir, ateşin üstüne sac yerleştirebilirsiniz. "Gelirken ekmek al." diyen sesler duyulabilir yuvanızda.


Çöldesiniz, yürüyorsunuz çünkü umudunuz var. Anlattığınızda dinleyen, dinlediğinde duyan, gözlerinizin içine gözleriyle bakan, o uyurken onun nefesini dinleyerek huzur bulduğunuz insanlarınız olacak. Bir tane belki. Bir, çoktur. Bir'den umutlusunuz.


Çöldesiniz, daha ne kadar yolunuz var bilmiyorsunuz, çaresiz hissediyorsunuz, vazgeçmek üzeresiniz. Vazgeçmeyin! Size buradan fısıldayayım: Hikâyenin memleketi yoldur, yaşam bir yolculuktur, devam edin. Bu yaşam sizin hikâyeniz.


Sizi anlayan bir dost, bir tanecik yaren... Çöldesiniz ve anlaşılmak için yürüyorsunuz. Yürüyün, yürüdükçe anlayacaksınız; o da sizin için yürüyor. Birbirinize hazırlanıyorsunuz. Buluştuğunuzda gözleriniz görsün, kulaklarınız duysun, gönlünüz ev sahipliğini layıkıyla yapabilsin diye terbiye ediliyorsunuz. Hazır olduğunuzda iki gönül buluşacaksınız. Ayak tabanları kalınlaşmış, bakışları keskinleşmiş, sözcük kullanmadan konuşmayı öğrenmiş iki gönül. Buluşmanız gereken zamanda, çöl size yuva olacak. Birbirinizin gönül kapısından girdiğinizde sonsuz bir sevgi ile sarmalanacaksınız. Size bir sır söyleyeyim: Ne yapın edin, bu gönülden düşmeyin! Gönül kapısı yüzünüze kapanırsa bir gün, o vakit ızdırabınızı nasıl dindirirsiniz bilmiyorum. Belki de şöyle dersiniz: Dosttan gelen ızdırap da kabulümdür.


Vaktiyle gümüş bir gölün kıyısında birlikte nefeslendiğiniz kadim dostunuz aradı. "Bugün içimde sesini işittim. Gönül diyordun, gönlü hoş etmekten bahsediyordun." dedi, gönlünüzü hoş etti. Bir de dedi ki: "Bir'in gönlünden düşülmez. Bu diyardaki herkes onun yansımasıdır. Yolculuğun akarken başka bir suretin gönül aynasından bakıp yuvanda hissedebilirsin. Zamanla aynalar değişebilir lakin dostun gönlünden düşülmez." Gönlünüz bu sesi duydu. "Dosttan gelen muhabbet kabulümdür." dedi ve konuşmak için mesafelerin engel olmadığını; teknolojisiz, aracısız haberleştiğinizi ispatladınız. Yaşamın bir başka lisanı daha olduğunu anladınız, elleriniz adeta kucak dolusu ekmekle doldu. Ekmekleri öpüp başınıza koydunuz. Bir oh çektiniz. Gönlünüz çölden ibaret değil...


Şimdi, dalları meyveyle dolmuş bir nar ağacının resmiyle karşılaştığınız kapının eşiğindesiniz. Kapı, Naristan Diyarı'na açılıyor. Kapıyı açın ve içerideki havayı ciğerlerinize çekin. İçeriye girin, kendinizi hırpalamayı bırakın ve serin sulardan için. Güzele layıksınız. Yaşamın sizi kucaklamasına, sizin için sofralar kurulmasına, el üstünde tutulmaya izin verin. İzin verin içiniz Naristan'a dönüşsün. Sonra sizi, siz bereketin binbir tanesiyle karşılaşırken burada bırakayım, bisikletime binmeye devam edeyim. Bu esnada dinlediğim şarkının sözlerini sizinle paylaşayım, isterseniz siz de dinleyin.


"Bana senin gibi bakan olmadı

ne gün ışığında, ne geceleyin" **


Annemin tütün tarlalarında savrulan gençliğini; kendimin, toprağımı ararken bulduğum deniz fenerlerini ve bu esnada üzerimize vuran ayın şavkını düşünerek çevirdim pedalları. Kendim için söyledim bu şarkıyı, kendime söyledim; ardıma rüzgarı, sağıma denizi, soluma sazlığı aldım. Gecenin karanlığında içimin şavkını takip ederek söyledim.


"Kadınımsın, ecemsin, yarınımsın, nazımsın

imanımsın, inadımsın, her şeyim."


Ve gönlüm Naristan'ın eşiğindeyken içeriden bir insan seslendi: "Sen kendini hâlâ çölde mi sanırsın ey gönül? Aç gözlerini, bak yer gök bereket. Kapıdan gir, eşiği geç, her yer Naristan Diyarı. İçin, içimiz..."


Çağrıyı duydum, eşiği geçtim. Avuçlarıma kırmızı nar taneleri döküldü.


Senelerce karıştı içim, karışsın. Zamanla herkesten bir parça buldum içimde. Kirpiğimin ucundan gözbebeğime kadar gelip yerleşti tüm bakışlar, bir süre sonra bakışların hepsi bir insanda toplandı; adı Firuze oldu. İncitmeden sevmeyi öğrendim, kendimi ve başkalarını. O vakit anladım: Firuze'ler de kanar ya habibi!


İnsansın. Adın değişir: Mualla olur, Zeytin olur, Firuze olur... Yürüdüğün zemin bazen çöl olur, bazen Naristan. Mühim olan ömrün sonu değildir; yürünen yoldur. Yol devam ederken yürümekte ve durmakta gönüllü olan herkes birer yolcudur. İnsansın, olur öyle. Herkes biraz hiç, biraz çok; biraz var, biraz yok. Herkes biraz yolcu, biraz biraz da Firuze...


*


**





Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.