Süveyda

“Dürtme içimdeki narı

Üstümde beyaz gömlek var.”*


Yazmak istediğim onca yazı el ele verip kaçıştılar zihnimden. Bu sabah kelimesiz bir sabaha uyandım. Dudaklarımı aralıyorum, içimden bir el itmeye çalışıyor kelimeleri. Sanki içim ile dudaklarım arasında bir köprü kurulmuş, kelimeler köprünün üzerinde yığılmış dururlar da köprünün iplerini sıkı sıkı tutarlar. İçimden bir el sallar köprüyü, kelimeler düşmeye direnirler; içimden bir el en arkadakinden itmeye başlar da, kelimeler ilerlemeye direnirler. Kelimeler köprünün korkuluklarına tırmanırlar; ipleri, yürüyen bir bebeğin annesinin avuçlarına sarılması gibi tutarlar. Ağzımı açarım açarım seslenemem bu sabah. Sanki bir karabasan gelip içimin kelimelerinin üzerine çökmüş, sanki ses çıkaranı vururum dercesine büyütmüş gözlerini. Karabasan, köprünün korkuluklarını kesmiş, iplere tutunan kelimeler ben’in boşluğunda kaybolmuşlar…


Dudaklarımı araladım, içimin kapısını tıklattım; açan da olmadı, dışarıya çıkan da. Ellerimi çenemin altına koydum, gözlerimi kapattım ve hayal ettim. Dudaklarım ben’e seslenebilir mi, merak ettim.


“Sesimi duyan var mı?” O anda bir deprem oldu içimde. Köprü bir beşik gibi sallanmaya başladı. Kelimeler sallanan köprüde birleştiler. Bir cümleye dönüştüler:


“Çiğdem senin içinde, içinde ve düşünde.”


Gözlerim kendiliğinden açıldı, kelimeler dudaklarımdan çıkıverdiler:

“Çiğdem senin içinde, içinde ve düşünde.”


Bu cümleyi zikir gibi tekrar ettim. Sanki tek bir cümlem vardı bin derdimin dermanı. Kerem’i anlar oldum bir anda, her hâlini “ba” hecesiyle anlatan oğlum da “ba” zikri çekermiş.


“Çiğdem senin içinde, içinde ve düşünde” kırk kere mi söyledim, yüz kırk kere mi… Bir vakit sonra karabasan küçülmeye başladı. Küçüldükçe kelimelerimin korkusu yerini cesarete bırakmaya başladı. Dudaklarım zikrine devam etti: “Çiğdem senin içinde…” Karabasan küçüldü küçüldü de siyah bir noktaya sığdı. Kelimelerim, ben’in korkuluksuz köprüsünden** geçmeye başladılar. Dudaklarıma dayandılar lakin açmadım dudaklarımı. “Hayır” dedim “o noktayı bulun bana! Hangi karabasan kelimelerimi bir köprüde zapt edermiş şaşarım, getirin onu bana!”


O esnada bir ses:

“Ba”


Bir heceden anladım olanları, nokta kaçacak yer bulamayınca gelip kalbime yerleşmiş.


Kalbim, yoldan gelenlerin, yola çıkanların, yol olanların uğrak noktası. Kalbim, binin de bir olduğunu haykıran bir nar. Elbette kalbimde yer bulacaktı kendine. Şimdi bu narın içinde o noktayı ara ki bulasın.


-“Ba ba ba!” Kerem uyandı. Hadi oğlum uyu, biraz daha uyu, karabasanı küçülttük, kelimeleri kurtardık, yola çıkardık, kelimeleri sayfaya yerleştiririm… Hadi oğlum, nenni e e e.-


Ağladı, güldü, çığlık attı… Kaç ba çıktı ağzından hatırlamıyorum. “Tamam” dedim, “gel kara noktayı birlikte arayalım.”


O vakit bir ses yankılandı içimden “Kerem’i bu işe karıştırma. Bu senin yazgın, senin hikâyen.”

“Kimsin sen?”


“Ben Süveyda. Nefretle arama beni. Nasıl ki bir dev anasını yenemezsin, nasıl ki memesinden süt emersen evladı bilir seni, açar gönlünü sana. Şimdi aşını kaynat, oğlunu doyur, sonra muhabbetle gel bana.”


Kerem’i doyurdum, iki fincanlık kahve pişirdim, mutfak masasının üzerine iki dal sigara koydum. Süveyda’ya seslendim:


“E hadi gel, otur karşıma da konuşalım.”

“Geliyorum.”


Bir kara nokta dudaklarımın arasından çıkarken siyah ince bir yılana dönüştü. Sessizce sürünerek masaya bıraktı kendisini. Kırmızı çatal dilini gördüm. Kırmızı çatal dilini… -hem zehrim hem şifa- masanın üzerinden kayarak sandalyeye ulaştığında gözlerimin içine baktı. Siyah, iri gözlerini gördüm. -hem lanetim hem aşk- bağıracak gibi oldum, yutkundum. Nefes aldım, nefes, nefs…


“Anlat” dedim “Anlat, dinliyorum seni”


Kolları uzadı iki yana, bacakları belirdi, karnı ortaya çıktı, yüzü belirginleşti, siyah saçları bukle bukle döküldü omuzlarına. Bana benziyordu, ben miydim?


Kahvelerimizi yudumlarken masadaki çakmağa uzandı, sigaralarımızı yaktı. Ben içmedim, onun sigarasının dumanını izledim. Küçüldüm karşısında, “hazır değilim seninle konuşmaya, bitir sigaranı dön geldiğin yere.” dedim.


“Peki” dedi.


Kahkahasını duydum, suretinin dönüşmesini izledim, çatal dilini gördüm, korkuyordum.

“Çiğdem senin içinde, içinde ve düşünde.

Çiğdem senin içinde

Çiğdem senin

Çiğdem…”


Dudaklarımdan içeri girerken kulağıma fısıldadı: “Bu cümlen bana sökmez güzelim.”


İçimdeki nara vurmak istedim. Bin parçasının binini de yok etmek istedim. Güçlü bir el silkeledi beni sonra, sanırım Tanrı’nın eliydi.*** Nefeslendim, yerimden kalktım, fincanları yıkadım, masadaki külleri temizledim, pencereyi açtım. Mutfağın kapısında Kerem belirdi, beyaz fayansa oturmuş tavşan dişlerini gösterecek kadar kocaman gülümsüyordu; akan bir nehri izlemek gibiydi gülüşünün ferahlığı.


Seslendi:

“Ba”


Sarıldım.


*Birhan Keskin, Penguen 2

**Gülten Akın

***Didem Madak, Ahlar Ağacı




YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Sözün büyüsü...
    CEVAPLA
  • Misafir Teşekkür ederim ♥️
    CEVAPLA
  • Misafir Harika bir iç döküm, çok sevdim!
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.